Namaz kılan bir insan, insanların hak ve hukukuna daha çok rivayet etmek zorunda olduğu gibi diğer mahlukatın hak ve hukukuna da dikkat etmek zorundadır. Kur'an da "Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah'ı tesbih eder. O, üstündür, hikmet sahibidir." (Saff 1) Yani bütün canlılar yaratanı bilir ve ona şükreder. Bütün canlılar Allah'ı zikrettiklerine göre eşrefi mahlukat  (yaratılanların en mükemmeli, bol rızık verileni ve donanımlısı) olan insanda Rabbini tanıyarak iman edip imanın gereklerini yerine getirmeye çalışması gerekir. 
Bir gün Hz. Davut Zebur okurken gözle görülemeyecek kadar çok küçük bir canlı(böcek) görür. Kendi kendine düşünerek içinden "Allah'ım hadi insanları yarattın sana inanıp iman ediyor, ibadet ediyor. Hayvanları da yarattın onların etinden, sütünden, yumurtasından, derisinden, gücünden yararlanıyoruz. Ama bu böceği niçin yarattın." diye içinden böyle bir soru geçirir. Rabbimiz her şeylere Kadir'dir. Kuran da "Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır; onları O'ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir…" (En'âm 59) "… Bilin ki Allah, kalbinizden geçenleri de bilir…" (Bakara 235) Rabbimiz her şeylere Kadir'dir. Böceğe dil verir ve böcek: "Ya Davut ben her gün bin defa Allah'ı zikrederim, bin defada gece zikrederim ayrıca da geleceği haber verilen ahir zaman peygamberi Hz. Muhammed'in ümmetinin (bizlerin) doğru yolda olmaları için dua ederim. Ya sen ne yaparsın yaptığın şeyleri söylede onlarıda yapayım,  dediğinde anladım ki Allah hiçbir varlığı sebepsiz ve gayesiz olarak yaratmamış" der. Tabiata dikkatle baktığımız zaman bile bir denge unsurunun olduğunu görürüz. Bir gün Ebu Cehil avucuna bir şeyler alarak peygamberimize gelir. Ve der ki "Ey Muhammed peygamber olduğunu söylüyorsun şu avucumdakini bilirsen peygamber olduğunu tasdik edeceğim." Peygamberimizde "Sen avucunu aç o avucunda ki kumlar benim kim olduğumu söylesin." Der. Avucunu açınca da o kum tanelerinden "La ilahe İllallah Muhammed ün Resulüllah" seslerini duyar. Ama bu seferde sen ne kadar büyük bir sihirbazsın diyerek yine de iman etmez. İman bir nasip meselesidir. Herkese nasip olmaz veya herkes o çeşmeden su içemez veya elinde tutamaz. Kur'an da "Artık gözünüzü açın! Ne zaman ki can köprücük kemiğine dayanır, "Tedavi edebilecek kimdir?" denir. (Can çekişen) bunun gerçek bir ayrılış olduğunu anlar ve ayaklar birbirine dolaşır. İşte o gün sevk edilecek yer, sadece Rabbinin huzurudur. İşte o, (Peygamber'in getirdiğini) doğru kabul etmemiş, namaz da kılmamıştı. Aksine yalan saymış ve yüz çevirmişti. Sonra da çalım sata sata yürüyerek kendi ehline (taraftarlarına) gitmişti. Lâyıktır (o azap) sana, lâyık! İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır!" (Kıyamet 26-36)  İnkarcılar böyle ikaz edilir.
Namaz aynı zamanda fiili bir duadır. Kabul olunmasının ön şartı ise huşu içerisinde kılınmasıdır. Cennetlik olan müminlerin vasıfları sayılırken. "Onlar ki namazlarını huşu içerisinde kılarlar. Boş ve yararsız şeylerden sakınırlar, zekatlarını verirler, İffetlerini korurlar, emanetlerine ve ahiretlerine riayet ederler." (Müminun 1-8) buyruluyor. Huşu; kalp huzuru ve nefsin sükun bulmasıdır. Kalbin ve beynin maddi dünyanın kirlerinden ve günahlarından arındırılmasıdır. Rabbimiz için ayrılması gereken zaman başka bir yere ve başka bir şeye kullanılmamalı, namazlar huşu içerisinde kılınmalı ve kıldığımız namazlarımızda hayatımıza yansımalıdır. 
Namaza başlarken tekbir getirerek ellerimizi kulaklarımızın hizasına kadar kaldırmamızın anlamı, Allah'ım dünya işlerimi arkama attım. Şuanda senin divanında seninle beraberim diyerek kalbiyle, ruhuyla ve sırları ile Rabbine yönelmesidir. Okuduğu ve manasını düşündüğü Allah kelamı ile kendisini Allah'ın huzurunda tasavvur ederek bir ruh miracını yaşamasıdır. Namazda huşu müminin Kur'an-da zikredilen sıfatlarından ilkidir. 
Yaratılış amaç ve gayemizi tefekkür ederek namazlarımızı kıldığımız zaman, hem namazımız kılınış amacına ulaşır, hem de tefekkürün kalp atışlarını hemde nefes alıp vermeyi yavaşlatarak vücudun oksijen yakma oranını düşürdüğü ifade edilmektedir. İnsanın kötü düşüncelerinden arınarak kalbi, gönlü, ruhu, beyni ve bedeni ile Allah'a yönelmesidir. Namaz ruhi etkileri yanında, vücutta da bir rahatlama meydana getirir. Namazın Kur'an ve sünnete uygun bir şekilde huşu içerisinde kılınması namazın sahih olmasının şartlarındandır. Huşu hem kalben hem de bedenen olmalıdır. "Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Şüphesiz o (sabır ve namaz), Allah'a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir." (Bakara 45)
Namazda göz ucu ile sağa sola bakmak, ayak ve vücut hareketleri yapmak namazın ruhuna aykırı davranışlar olup namazın huşu içerisinde kılınmasına engel teşkil eder. Namazda acele etmemek, yavaş hareket etmek ve sükunet içerisinde kılmak namazda ki huşuyu da arttırır. Acele ile huşu bir arada olmaz. Namazda ki huşu hali ile beynin özel bir salgı salgıladığı secde durumunda da beyne daha fazla kan gittiği ve bunlarla da beynin daha iyi beslendiği ve istikrar kazandığı bilimsel gerçeklerdendir. Namazda ki huşuyu yakalayabilmek için sabır ve tefekkür gereklidir.
Peygamberimiz "Ben namazı nasıl kılıyorsam sizde öyle kılın." Hz. Ayşe "Namaz vakti geldiğinde Resulüllah bizi bizde onu tanımıyorduk. Namaza başlarken de yere bırakılmış bir elbise gibi oluyordu." Elbette ki peygamberimizin namazı gibi huşuun zirvesinde bir namaz kılmamız mümkün değildir. Ancak imanın derecelerine göre Resulüllaha yaklaşmak mümkündür. Bunun şartları da tadili erkana riayet ederek sünnete uygun bir şekilde huşu içerisinde kılmaya çalışmakla olur.  Rabbimizden oruçlarını amacına uygun bir şekilde tutan, namazlarını huşu içerisinde kılarak onun rızasını kazanan kullardan olmayı dileriz.