"Her canlı ölümü tadacaktır." Bu, ilahi kanun. Buna uymamak mümkün değil. Az yaşa, çok yaşa ama sonunda öleceksin.
Hz. Nuh devrinde insanlar, genellikle bin yaşına kadar yaşarmış. O devirde bir adamın oğlu 314 yaşında vefat edince babası ona şöyle ağıt yakmış derler:
"Bir oğlum vardı henüz 314 yaş.
Ölüm olduğunu bilseydim,
Dünyada taş üstüne koymazdım taş."
İnsan oğlu ne kadar uzun yaşasa da elbette bir gün ölecektir. Bunu bilip böyle olduğuna inanmalı, dünyaya o kadar değer verip öbür dünya için de hazırlanmaya çalışılmadır.
Özellikle yaşlılar, artık ölümü beklemeye başlarlar. Düzgün yaşamaya, dengeli hareket etmeye çalışırlar. Evlatları da onu son zamanlarında rahat ettirmeye gayret ederler. Ama arada birileri de bir an önce ölse de servete kavuşsak diye beklerler. Ancak kimse kimsenin niyetini, beklentisini bilmez.
"Ölüm hak, miras helal." Elbette bu böyledir. Yetmişine, seksenine ulaşmış yaşlı bir insan, ağır hasta durumunda herkes "Allah, iki iyilikten birini versin" diye dua eder. Takdiri ilahi, bazıları ilk rahatsızlığında yahut ilk krizde rahmet-i Rahman'a kavuşur, bazıları da bir kez krizi rahatlıkla atlatır. Ecel gelmediyse hayatına devam eder.
Komşumuz Mustafa Amca vardı. Astım hastasıydı. Sık sık astım krizine tutulurdu. Nefes almakta çok zorlanırdı. Her defasında öldü ölecek diye başını beklerlerdi. Ömrünün son on beş yılını böyle geçirirdi. Annemle beraber eşi Şükriye Hoca'ya defalarca geçmiş olsuna gittik. O hastalığın zorluğunu biliyorum. Oğlu Mehmet Hafız da çocukları da Mustafa Amca'ya iyi bakıyorlardı. Tavırlarından ve dillerinden "Ölseydi de kurtulsaydık" dediklerini duymadık, hissetmedik. Yakut da "ölseydi de bir an evvel mirasa kavuşsaydık" halini hiç görmedik.
Aslında ölüm hak, miras helaldir. Ölünce mal, mülk ve servet mirasçılara intikal edecektir. Bu, ilahi kanun.
Mirasa sormuşlar, derler, bundan sonra nereye diye. Mirasın cevabı, oldukça düşündürücü: "Bir ocağı söndürdüm, diğerine gidiyorum" demiş.
Mirasa böyle bakmamak gerek elbette. Düşen mal, mülk, servet, arazi, şirket vs. yeni bir nimet olduğu kadar yeni bir sorumluluk demektir. Dini sorumluluklarının bilincinde olmak, ona göre yaşamak gerek.
Bu düşüncelere daldığım sırada kahvehanede bir arkadaş, dün akşam ki hatırasını anlatmaya başladı:
"Yatsı namazından geldim. Yatmaya hazırlandığım sırada kapı çalındı. Pencereyi açtım baktım; komşumuz falanın oğlu. Hayırdır inşallah dedim.
-Hoca Efendi, acele gel, babam cana kuruldu. Başında bir Yasin okuyuver" deyince derhal aşağı indim. Abdestim vardı. Doğru evlerine gittik. Hacı Efendi'nin başına vardım. Gerçekten de cana kurulmuş gibiydi. Başladım okumaya. Odada bulunanlardan okumayı bilen de ellerine birer Kur'an aldı. Okurken Hacı Efendi birden "Huh" dedi, kendisine geldi. Bana ne oldu, diye sordu. Hepimiz rahat bir nefes aldık. Aslında aile bu duruma alışıkmış ama bu seferki daha şiddetli olmuş. Herkes rahatladı diyorduk ki köşede oturan damatlarından biri hızla kalkıp çıktı. Çıkarken diliyle dişi arasında "Yine ölmedi" diye homurdandığı hissedildi."
Dinleyen arkadaşlardan bazıları "Ne yapsın gariban; ölecek de mirasa konacağım diye bekliyormuş" dedi. Öbürü de "Normal değil mi?" deyince Hoca Efendi: "Evet, ölüm hak miras helal, ama onu da sabırla ve tevekkülle beklemek gerek" dedi.
Söz, sohbet bu minvalde devam etti. Ama ben dalıp gittim. Zira babam da astım hastasıydı. Sık sık astım nöbeti geçiriyordu. Bu halin benzerini inşallah yaşamayız, diye içimden dua etmeye başladım.