“Ey insanlar, dünya hayatı size çok uzun, kıyamet günü ise çok uzak gelmesin. Eceli gelen kimsenin kıyameti kopmuş demektir. Ben, Allah’tan başka hiçbir yardımcısı olmayanın yardımcısıyım. Size öyle bir yol çizmek istiyorum ki yaşlılar bunu izleyerek hayatlarını tamamlasınlar, küçükler de bu yolda büyüsünler. Mal ve eşyanızı hayli bollaştırmak istiyorum. Ancak bu konuda hiçbir haksızlığa yer vermemeliyim…”
Ömer b. Abdülaziz, halifeliğinin büyük sorumluluğunu omuzlarında hissederek şöyle diyordu:
“Allah, halkı yöneticilerin kötü amellerinden dolayı cezalandırmaz. Ancak kötülükler yayılınca halkın avamı da havassı da cezayı hak eder.”
Ömer; hep böyle düşünür, böyle yaşar, böyle söylerdi.
Ölümün ne zaman geleceğini bilemezdi ama hep ölümden sonrasına hazırlanmayı öğütlerdi. Ölümünden önceki son hutbesinde de aynı şeyleri söylemişti:
“Ey insanlar, Allah insanları boş yere yaratmamıştır. sizi de başı boş bırakmış değildir. Yüce Allah, aranızda hükmetmek için hükümler indirmiştir. Görmüyor musunuz her gün ve her gece dünyada eceli gelen ve vaktini dolduran pek çok kişiyi ebedi istirahatgahına gönderiyor ve yolcu ediyorsunuz. Onu yataksız ve yorgansız bir yurda teslim ediyorsunuz. O, bütün dünyadaki mal ve mülkünü terk etmiş, sevdiklerinden ayrılmış,, toprağın altına girmiş, amelinin karşılığını görmek ve hesaba çekilmek üzere dünyada işlediği iyilik ve güzelliklere muhtaç ve burada bıraktıklarından mahrum olarak yeni dünyasına göç emiştir.
Öyleyse ölüm gelip çatmadan Allah’tan korkun… Elinizde
Yüce Allah’ın sizin için indirdiği bir kitap var. Sizi Allah’a kulluğa götürecek ve O’na isyandan alıkoyacak adil bir sünnet var.”
Ömer, sözlerini tamamlayamadan ridasını yüzüne kapatarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Ömer’in bu konuşmasının son hutbe olduğunu kimse bilmiyordu, kendisi de bilemezdi. Belki bundan sonra hiçbir halifeden böyle bir hutbe dinleyemeyeceklerdi. Zaten o, her an ölümü düşünürdü. Ölümü, hesap gününü, sorgu ve suali tefekkür ederdi. Takva da, bu olsa gerekti.
ÜÇ GÜNLÜK SÜRE
Ömer b. Abdülaziz, Haricilerle yaptığı müzakerede hiç ummadığı bir soruyla karşılaşmıştı: “Kendinden sonra hilafete niçin Yezid’i veliaht olarak belirlediniz?”
Ömer b. Abdülaziz, haklı olarak onu kendisinin belirlemediğini söylese de inandırıcı olmadı. Zira o anda devletin başında o vardı. Kendisini halife olarak gösteren Süleyman b. Abdülmelik, ondan sonra da Yezid b. Abdülmelik’i halife tayin etmişti. Devlet geleneğine göre buna uymak gerekiyordu.
Aslında Ömer b. Abdülaziz, halifenin şura heyeti tarafından seçilmesinden yanaydı. Ama bunu açıkça dillendiremiyordu. Şûranın kararı ve ümmetin hür iradesiyle biatı sonucu yeni halife iş başına geçmeliydi. Ancak ortam buna uygun değildi.
Taberi de meşhur tarihinde Ömer b. Abdülaziz’in veliahtlık sistemini kaldırarak Şura (Danışma) Meclisi sistemini getirmeyi düşündüğünü hatta bu konuda görüşmelerde bulunduğunu yazıyordu.