İzmir'de akşam üzeri, sıcağın, insanların insaf bekleyen bakışlarına, olumlu cevap vermeye başladığı vakittir. Sıcağa saygısı vardı ama kendisine biraz daha nazik olunmasını bekliyordu sadece… Taksi durağında sıra beklerken, gündemin tüm mevzuları tükenip lakırdı yapacak bir şey de kalmamışken, eldeki tesbihin rolüne daha bir saygı duyuyordu. İyi ki vardı şu tespih… Karısından, çocuklarından daha çok göz göze geldiğini düşündü. Evirdi çevirdi bir daha, iyice baktı. Bir dadaş müşterisinden almıştı. Adamın parası çıkışmayınca tespihe razı olmuştu. Keşke hiçbir şey vermeseydi… İşin iyi gitmediği günler hep böyle düşünürdü. Yine böyle bir hesaplaşma ile baş başaydı. Gözleri tespihe dikili ve çevirmeksizin belki beş, belki elli dakikadır… Fuar zamanı olsa işten başını alamazdı. Siftah etmeden geçen nice saatleri, günleri olmuştu. Tek bugünkü sıcak olmasaydı da siftah etmeseydi. Uyuklamaya giden gözleri, düşmek üzere olan elindeki tespihi, o halde, zamanın içinde sünmüş gibi dururken, durak kapısının aralandığını hissedemedi.
İçeri giren adam tipik orta Anadolu şiveli, güleç yüzlü, renkli desenli gömleğinin düğmeleri kaslarından kapanamayan, bıyıkları ağzının kenarlarından düzgünce inmiş, beyaz kumaş pantolonu da yakıştırmış, yirmili yaşlarda birisiydi. İçeri girdiğinde bulduğu ortamı hicvetmeden duramadı:
"Ohoooo sizin buralarda herkes doymuş gardaşım… İzmir'in esnafı böyle demek!"
Taksici toparlanmaya çalışan gözlerini ovuşturup tekrar baktığında, gördüklerinin bir serap olmadığını anlaması biraz uzun sürdü. Delikanlı bu fırsatı da kaçırmadı, yine yapıştırdı lafı:
"Anlaşıldı birader. Sen beni memlekete götürmeyeceen. Gidip başka bir taksi bakayım ben…"
Taksici, karşısındaki hiperaktif adamın sağlı sollu ataklarını algılamakta güçlük çekiyordu ama bir an önce kendisine gelmesi ve kuşu elden kaçırmaması gerektiğini, o gün daha tek siftahının olmadığını hatırladı.
"Tamam birader, bir dur! Nereye gidiyorsun, ne memleketi? Bu otobüs değil ki seni memlekete götürsün!"
Genç adamın içi içine sığmaz hali taksiciyi endişelendirmişti. Adamın kaçık olduğunu ya da dalga geçtiğini düşünmeye başlamıştı. Yanındaki iki valiz olmasa, bu düşüncesine inanacak ve adamı bir güzel tersleyecekti.
"Hangisi senin taksi?"
Genç adam valizleri kaptığı gibi bagajın yanına koyuverdi. Gözlerindeki ışıltı, vücudundaki zindelik, kendinden emin, kararlı hareketleri adamın kaçık olmadığını anlatıyor gibiydi. Taksici, gençliğinin tüm gücünü kuvvetini damarlarında hisseden, heyecanının, kendisini sürüklediği bilinmezliklere yalınkılıç dalan adama iyice baktı. Sanki her konuda anlaşmışlar gibi son soruyu sordu:
"Memleket neresi, nereye gidiyoruz?
"Sen Çorum' a doğru sür dayı, gerisi kolay…"
"Çorum mu?" dedikten sonra bir kahkaha patlattı taksici ve devam etti:
"Sen benimle dalgamı geçiyorsun?"
Taksici baştan beri aklına gelip de ötelediği şeyi nihayet söylemenin rahatlığını yaşıyordu. Benden günah gitti, gerisini kendi bilir diye düşünüyordu. Gün boyu siftah yapmamış, cebi beş kuruş görmemiş olsa bile böyle bir durumda, fırsattan istifade bir tutum sergilemeyi kendine yediremiyor, adamın talebinin sağlıklı olduğuna kanaat etmek istiyordu.
"Bak kardeşim, tamam anladık! Memleket hasreti yakmış seni ama buradan Çorum'a taksi ile gitmek akıl işi değil. Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu?
Genç adam deli değildi tabi. Ne istediğinin farkındaydı. Taksiciye nişan yapmaya gittiğini söyleyemezdi. Hele de valizin birisinin yavuklusuna ve ailesine aldığı hediyelerle dolu olduğundan hiç bahsedemezdi. Taksi ücretinin yenilir yutulur olması için bu gerekliydi. Seksenli yılların başında tüm memlekette olduğu gibi çorumda da ticari taksi, taksicilik kültürü, büyük şehirlerle sınırlı bir kültürdü. "Taksi çağırma", "taksiye binme" kelimelerinin ekseriyetle filmlerde, cümle içerisinde duyulabildiği yıllardı. Bu yüzden bir an önce bu önemli ayrıntıyı sonuçlandırıp, tasasız kaygısız yola koyulmalıydı.
"Ne yakar Çorum'a bu melet?"
"Sayacı açarsam çok yakar."
"Sen de açma o zaman. Kabala bir fiyat söyle…"
Taksici ufak bir hesap yaptıktan sonra "700 lira olur" dedi.
"500'e anlaştık o zaman" dedi adam. "Sana Çorum'dan gelirken müşteri de bulurum… Anlaştık mı?"
Taksici "evdekilere bir haber vermem lazım, beklemesinler" dedi.
Adam, taksiciye samimiyetini göstermek istercesine bir dörtlük sıraladı:
Benim adım Yasin
Yengeme selam söylersin
Çıkma yola Ferdi'si yoksa teybin
Haydi kaptan işin rast gelsin
Telefondan sonra yola koyuldular. Yasin, yol boyu, köye taksi ile girişini hayal etti. Davulcu zurnacı hazır bekleyecek, halay vuracaktı köyün girişinde… Halay başını büyük bir marifetle çekip çevirecek, görenler gıpta edecek, gurur duyacak, kızlarının çok iyi bir yere gittiğini düşünen aile ise mutlu olacaktı. Evet! Aynen böyle olacaktı… Çoluğa çocuğa bahşiş dağıtacak, hediyeler verecekti. Çocuklara, "iyi bakın Yasin abinize, damat adayı böyle olur, siz de böyle yapacaksınız!" deyip, onların kafalarındaki damat profilini en üst seviyeye çekecekti. Yasin, köylerinin yetiştirdiği en yağız, en bıçkın, en gözü pek delikanlıydı. O, herkes gibi gelemezdi köye. O, bir başka gelmeliydi. Hele de nişan yapmak üzere yola çıkmış bir Yasin… Bu durumu taksicinin anlamasını da beklemiyordu. Çünkü o İzmirli’ydi. Yasin'e göre İzmir, inşaat sektörünün bol olduğu, sarı, makyajlı zengin kızların, Anadolu insanı ile dalga geçtiği, onları hakir gördüğü, konuşmalarını komik bulup bıyık altından güldükleri bir yerdi. Taksici de onlardan birisiydi. O kadar!
"Ferdi yok mu sende? Koy da dinleyelim!"
Ferdi şarkılarının, duygularını çok iyi ifade ettiğine inanıyordu. Hatta tam olarak örtüştüğüne de kanaati tamdı. İnşaatta kalıp çakarken, sökerken ağzından düşürmezdi. "Susadım çeşmeye, varmaz olaydım. Elinden bir tas su içmez olaydım. Yolum düştü köyünüzden, geçmez olaydım…" Yol boyunca bu şarkı defalarca dinlendi. Altı aydır görmediği yavuklusunun sesini de en son bir ay önce telefonda duymuş, ona da bu şarkıyı mırıldanmıştı. İki düzgün sözü bir araya getirip sevdiğini söylemedi ki hiç. Bakışlarından, sırıtışından, yüzünün kızarıklığından, saçma sapan kurduğu cümlelerden anlaşılmasını bekledi hep. Belki de bu mahcup halinden sığındı şarkıların sözlerine, ezgilerin anlatımına…
Sabah olup, Çorum sınırlarına geldiklerinde, taksici Yasin'e seslendi:
"Kardeş, uyan; Geldik…"
Yasin gözünü açar açmaz etrafına bakındı ve Koparan civarında olduğunu anladı.
"Bir benzinlikte dur da bir ayar, şekil verelim sıfatımıza."
Moladan sonra taksiye bindiklerinde Yasin:
"Ferdi'yi de aç, doğru Ovasaray'a…"
"Orası neresi ki?"
"Çorum'un içine girelim, oradan Cemilbey yoluna… Ferdi'yi kapama sakın!"
Ferdi'nin kapanması demek duygularına tercüman olan sesin kapanması demek! Sanki orada vücut buluyor aşk! Taksici yol boyu kapatmadı Ferdi’yi. Bitti, tekrar döndürdü kaseti. O da saygı duymaya başlamıştı sebepsiz… Kendinin de bir sorumluluğu olduğuna inanmaya başlamıştı bu sevdada. Beş yüz liranın az olduğunu düşündü ve yüz lira daha isteyecekti yolun sonunda. Vazgeçti bu isteğinden. Hatta utanmaya başladı bu düşüncesinden. Böyle bir sevdayı hedefine ulaştırmak… Bu herkese nasip olmazdı. Yasin'den daha çok meraklanıyordu. Köye vardıklarında karşılaşacakları manzarayı tahmin edemiyordu. Belki Yasin'i aldıkları gibi, onu da alacaklardı omuzlarına… İhtiyar heyeti sırtını sıvazlayacak, muhtar kurban kestirecek, kim bilir, köylü bağrına basıp birkaç gün misafir edecek, yolluk yapıp boş göndermeyeceklerdi…
Köye geldiklerinde taksinin camlar ve Ferdi son ses açıktı. Saat sabahın 10'u, günlerden Cumartesi olmasına rağmen, Yasin'in geleceğini bildikleri halde, kimsecikler yoktu ortalarda.
"Köy burası mı?" diye sordu taksici.
Yasin gözlerine inanamıyordu. Evet! Köy burası olmamalıydı... Bir yanlışlık var bu işte diye düşünüyordu. Hadi kimse yoktu da, davulcu olan yeğeni Ramazanın da olmamasına şaşmıştı. Ferdi'nin sesini kıstırdı. Sağına soluna bir daha baktı. Taksi 'den inip köyün meydanda ki çeşmeye geldiğinde Ramazanı gördü. Ramazan, boynu bükük Yasin'in yanına geldiğinde kötü bir şeylerin olduğunu anladılar. Yasin daha sormadan Ramazan anlatmaya başladı. "Yavuklusunu, babası bir Alamancı’ya vermiş. O daha kısmetliymiş. Alamancı bütün ailesini götürecek, oraya yerleşecekmiş. Oğlan mersedesinen gelince, kızın babası hayır diyememiş."
Yasin, Ramazan'ın söylediklerinin tamamını dinlemek istemedi ve tam da buraya ok gibi girerek;
"Peki, Ferdi çalıyomuymuş ağzına tükürdümün Mersedes’inde! Dürzü, deyyos arıyolarımış demek!"
Taksici sırası olmadığını bildiği halde çekinerek sordu;
"Benim işim bittiyse gidiyim kardeş…"
Yasin köye derin derin son kez baktı. Anasını bile göresi gelmedi. Taksiye atladı.
"Ben sana demiştim gardaş, boş göndermem diye…"
Yol boyu hiç konuşmadılar. Hele Ferdi konusu hiç açılmadı. Oysa ağzından hiç düşürmediği şarkı, esas şimdi bir anlam kazanmıştı;
♫ Susadım çeşmeye varmaz olaydım
Elinden bir tas su içmez olaydım
Yolum düştü köyümüzden
Geçmez olaydım, geçmez olaydım
Güzel Yüzüne bakmaz olaydım…