Daha okullar yeni açılmıştı. Onu var eden sınıfından çok uzakta bir yerde, son yolculuğuna çıkmış, namazın bitmesini bekliyordu. Mezun ettiği sınıflardan üç beş kişi vardık cenazede… Bizim sınıftan bir ben bir de Ayşe… Eş dost akraba, gelebilen herkes orada! Yine de bir öğretmen için çok az bir sayı. Akrabalar yaşlı. Cenazenin ucundan tutabilecek gibi değiller. Kimseye ihtiyaç olmadığını birazdan, onu görünce anladım. 
Fatih…
İlk öğrencisiymiş. Altmış beşi bulmuş bir esnaf olmasına rağmen son görevini yapmaya koşa koşa gelmiş, en ön safta yerini almıştı. Bu cenaze benim der gibi bir hali vardı. Hocanın cenaze namazını bitirmesiyle beraber, tabutun dört ucundan birisini kapması bir oldu. Bırakmadı… Mezar için açılmış çukura kadar bir nefer edasıyla taşıdı. Çok cenaze taşımıştı ama bu başkaydı… Öğretmenine son görevini iyi yapmak, onun boynunun borcu gibiydi. Attığı her adımda öğretmeninden göreceği takdiri düşünüyordu. Eski öğrenciler böyleydi. Öğretmenin ağzının içine bakar, sözünü kesmez, bir dediklerini iki etmezdi. Kayıtsız şartsız bir teslimiyetin eserleriydi onlar. Öğretmenin, birçoklarına göre anadan babadan önde geldiği zamanların jenerasyonuydular.  
Mezar görevlisi, defin işlemi için yakınlarından birisinin çukura inmesini istedi. Ben inerim dedi, atladı… Bütün işlemleri harfiyen yerine getirdi. Tahtaları yatay dizdi. Kefen bağlarını açtı. Okulda, sınıftayken hiç olamadığı kadar hamarat ve çalışkandı. Öyle olmalıydı. Bu son sınav önemliydi! Mezar içindeki işlemlerden sonra, dışına çıkmak oldukça zor oldu. Yaşlı ve kiloluydu. Uzattım elimi. Benim de sınıftan olduğumu anladı. Yaşına rağmen çok güçlüydü. Elimden tutmasıyla beni de içeri çekmesi bir oldu. Mezara düşmemek için kendimi zor tuttum. Sonra sürünerek kendisi çıkmayı başardı. Bir kürek kaptı. Attı, attı… Bir yandan öğretmenim diyordu. Öğretmenim dedi kalktı, öğretmenim dedi oturdu… Kan tere boğulmuştu. Üzerine toprak atmakta olduğu öğretmeninden sadece on üç yaş küçüktü. Yorulmuştu. Küreği devredecek birilerini aradı. Bir iki dakika dinlendikten sonra ayağa kalktı, bakındı… Kürek bulamadı. Toprağı elleri ile iteklemeye başladı. Bir yandan öğretmenim diyor, bir yandan ağlıyor, bir yandan da terini siliyordu. Bu son sınavı okulda hiç alamadığı en yüksek notla bitirmeliydi. Giderayak öğretmeninden son bir aferin almak, geri kalan hayatında onu mesut edebilecek en güzel şey olacaktı. 
Hoca talkını verdi, gitti. Akrabalar Hocayı sordular. Gitti dediler… Son dersin verildiği sınıfta herkes alacağını almış, dağılmıştı. O orada, mezarın başında öğretmeniyle baş başa kalmıştı. Bense onu bekliyordum. Öğretmenimin en iyi öğrencisini merak ediyordum. Tanışmalıydım onunla… Bu başarının sırrını bilmeliydim. Merhaba dedim. Adını, mesleğini sordum. Çok dayağını yedim öğretmenimin dedi. Ellerine sağlık iyi ki de dövmüş dedi. Allah razı olsun ondan dedi. Ne biliyorsam hayatta, o öğretti, onun hakkı ödenmez dedi. Eşi hastanede yatıyormuş, izin istedi benden. Telefonunu aldım. Bir ara buluşup çay içeceğiz. 
Ardından bakakaldım öylece… En iyi öğrenciye… En çalışkanımıza, eğitimden en çok nasiplenenimize, öğretmenini en çok sevenimize, öğretmenimizin en çok sevdiğine…