Bu devirde zeki olmak yetmiyor. Zekâ insanı hedefe götüren birçok etkenden sadece birisi. Aile ortamı ve çevresel faktörler hiç olmadığı kadar sonuca etki etmekte günümüzde. Eğitim denen mucizevi hadiseye tek bir perspektiften bakmak ise bu konuda yapılabilecek en büyük hataya işaret eder! Büyürken içerisinden geçtiğimiz tüm engebeler, badireler, başarılar, zaferler, düşmeler, kalkmalar, hayal kırıklıkları… Hepsi de eğitim dediğimiz dev oluşumun paydalarıdır. 
Maalesef eğitimi günümüzde test sonuçlarında, yüzdelik dilimlerde, algoritma oyunlarında, kendine uzman sıfatı takmış insanların iki dudağının arasında aramaktayız. Bu büyük hatayı da yine maalesef kat edilemeyen, sonunda ışığı göremediğimiz yollarda anlıyoruz. 
Aslında hayat şartları bize, kendisini yavaş yavaş hissettiren bu sonuçlara şaşırmamayı, teslimiyeti, doğanın sözüne itiraz etmenin anlamsızlığını öğretti. Kabullenmenin, alçak gönüllülüğün, kibrin, bencilliğin, cömertliğin üzerimizdeki duruşuna işaret etti. Kısacası şu bir gerçek ki eğitim, test kâğıtları sonuçlarında istikbâl arayanları hidayete erdirmiyor.
*
Ramazan'da oğlumun okul arkadaşlarını iftara davet etmiştik. Hepsi de memleketin seviye sınavında yüzdelik dilimde hatırı sayılır bir skor yapıp arzu ettikleri okula yerleşen çocuklardı. İçlerinden iki tanesinin okul pansiyonunda kaldıklarını biliyordum. Onlarla daha çok diyaloğa girmek istedim ve değişik konu başlıklarıyla sohbetli bir sofra havası oluşturmaya çalıştım. Zira ailelerinin yanında gibi hissetsinler, yabancılık çekmesinler istiyordum. Yüzde birlik dilime girmiş ve memleketin gözde mesleklerine talip olmuş gençlere bakınca bir an kendimi de çok kıymetli hissettim. Böyle bir gruba ev sahipliği yapmak özel bir durumdu.Eşim tüm marifetlerini göstermiş, çok özel yemekler yapmıştı. Ezan okundu, yemeklerimizi yedik. Yemek duasını doktor adayı yaptı. Mühendis, mimar, işletmeci adaylarının mesleklerle ilgili beklenti ve düşüncelerinin konuşulduğu güzel bir iftar bitmek üzereydi.  Bir tanesi hiç konuşmadı. Merak ettim, neden? Yurtta kaldığındandır dedim, üzerine gitmek istemedim. En iyi yüzdeyle okula giren de oydu. Dayanamadım sordum: Fatih sen, istikbâl ile ilgili ne düşünüyorsun? Benimkisi biraz değişik dedi, konuşmak istemedi. Merakım iyice depreşmişti. Amerika'ya, Almanya'ya gidecektir diye düşündüm. Mütevazı olup ağzını açmak istemiyordur dedim içimden. O farklıydı… Hissettim duruşundan, ağırbaşlılığından. Az konuşmasında ve tebessümünde gördüm bunu. İçlerinde yüzde birin altına düşen bir tek o vardı. İstese liseyi İstanbul'da da okurdu. Utandırma belâsına tekrar sordum: Fatih sen?
- Asker olmak istiyorum. 
Bu cevap karşısındaki şaşkınlığım suratıma yansımıştı. Bir insan yüzde birlik dilimle neden askerliğe soyunsun ki? Yılların çabası emeği, onca sınavlar, test sonuçları… Bunun için mi? Olamaz dedim. Olmamalı! Daha mantıklı bir açıklamaya ihtiyaç duyuyordum. Sorguyu daraltmaya karar verdim. 
- Neden askerlik, senin için daha güzel seçenekler de mümkün değil mi?
- Şehit olmanın en kısa yolu bu, ben şehit olmak istiyorum!
Öylece kala kalmıştık masada. Hepimiz orada, o masada, tarihi bir esere bakar gibi ona, Fatih' e bakıyorduk. Yemeğin başından beri ilk kez konuşan çocuk! O, normal bir cümle kurmuş gibi rahat, kendinden emindi. Meslekler ve gelecekle ilgili konuştuğumuz tüm sözler masadaki tuz biber gibi ortalığa saçılmıştı. Tek başınaydı masada. Yemeğin tek ve en asil konuğu oluvermişti o anda… En onurlu, en özel konuğu. Onun içinmiş bu masa, bu sofra… Meğer eşim sabahtan beri onun için uğraşıyormuş! Bir şehit adayı…
O, şaşkınlığımızdan utandı. Sıradan bir şey istiyormuş gibi, ortamı normalleştirmeye çalışan bir iki cümle söyledi. Tüm bunları söylerken gözlerini kaçırıyordu. Bir ara göz göze geldik. Sen farklısın der gibi baktım, ne güzel bir insansın dedim ona. Bu diyaloğumuzu bir tek o gördü. Gözlerim yaşardı bir yandan. Belli etmemek için tuvalete gittim. 
Bundan sonra siz siz olun, birisine ne olacaksın diye sorarken bir daha düşünün. Sakın ola ki o samimiyetsiz test sonuçları ve algoritma oyunlarına da kulak asmayın. Gözünün içine bakın yeter! 
Sonraki yıllarda Fatih' i takip ettim. Merak ettim. Ne olacak bu çocuk diye… İstediği, arzuladığı şehitlik makamı için girmesi gereken askeri okul sınavını sağlık problemi yüzünden kazanamamış. Şimdi o da diğerleri gibi normal, sıradan, beklendik meslekler edinecek kendisine. Yüzdelik dilimlerin kendisini savurduğu mecralarda, bir yerlerde kaybolacak… 
Bir ramazan gelse, bir de Fatih… Buluşsak yine sofranın başında. Baksam gözlerinin içine. Yine sorsam o soruyu. O da cevap verse ve hiç tutmasam kendimi; ağlasam, ağlasam…