Adam yıllardır çalıştığı, üzerine kafa yorduğu işi yapıyordu. Müzisyenlik… Hafta sonları çalıştığırestoran yeni açılmış,  şehir sosyal hayatına renk katmaya uğraşıyordu. Konservatuar kökenli bir müdür tarafından sınanarak işe başlamıştı. Müdür titizdi. Restoranın özenle dizayn edilmiş fiziki üniteleri tek başına yeterli olamazdı. Hiçbir harcamadan kaçılmamış, müşteriye hizmet edecek tüm ayrıntılar tek tek hesap edilmişti. Böyle bir ortama ruh katacak, asıl konsepti belirleyecek müzikti. Müdürün uzmanlık alanı olan bu ayrıntı sıradan bir iş değildi ve en doğru şekilde sonuçlanmalıydı. Yoksa tüm bu çaba ve harcamalar heba olacaktı. Restoran açılışı yapılana kadar müdür birçok müzisyen ve ekibini dinledi. Sınanmaya gelen müzisyenlere, istediği tarzı anlatabilmek için piyanonun başına geçip kendisi çalıp, örneklemeye çalışıyordu. Çaldığı müzik buralarda çalınıp söylenenlere benzemiyordu. Müdürün kafasındaki çerçeve yerelliğin dışında, dünya standartlarına yakın bir üslup arz ediyordu. Bu konuda otel sahiplerinden de tam yetki almış ve rahattı… Müdür kafasında oluşturmaya çalıştığı ortama uygun müzisyenleri nihayet bulmuştu. 
Restoran ilk sınavını sevgililer günü vermiş ve başarılı olmuştu. Tıklım tıklım dolu masaların bulunduğu salonda birçok insan da yer bulamamıştı. Müşteriler bu coğrafyada alışık olmadıkları tarzda müzikleri dinlerken kendilerini bir Hollywood filminin içerisinde buldular. Salon pisti hiç boşalmadı. İlk defa yapmaya çalıştıkları rumba, chacha, bossanowa, calipso tarzı danslara eşlik etmeye çalıştılar. İlk deneyimleri olmasına rağmen, müziğin renkliliği dans becerilerindeki yetersizliklerini düşündürmüyordu.  Hafta sonları restoran hep doluydu. Müdürün kafasındaki konsept meyvelerini vermiş hedef tutmuştu. Müzisyen de yıllardır cebinde duran ama bir türlü uygun ortam bulamadığı müzikleri çalmaktan çok mutluydu. O kadar ki işletme sahibi para da vermeyebilirdi. Ve biliyordu ki insanı asıl doyuran yaptığı işin kabul görmesiydi. Bu hazzın maddiyatla karşılığı yoktu.
Sonra restoran sahipleriyle müdür arasına kara kediler girmiş. Müdürü göndermişler. E tabi maya tutmuştu nasıl olsa. Çark dönmeye başlamış her şey yoluna girmiş, meyveler de toplanmaya başlamıştı. Esas mesele de buydu! Müdüre çok da gerek yoktu zaten! Şef garson da bu işi ziyadesiyle yapardı… Öyle oldu. Bir süre…
Bir hafta sonu müzisyen işe geldiğinde salonun bir kısmında yoğunluk olduğunu gördü. Diğer kısımlar boştu. Durumu şef garson izah etti. Şehrin ileri gelen ailelerinden birisi aile yemeği için bir araya gelmişti. O yüzden de rezervasyon alınmamıştı. Elli kişi kadar olan bu grup gecenin istisna konuklarıydı. Müzisyen her zamanki programını icra ediyordu. Ortama ruh katan, tarzı ve şekli belirlenmiş şarkıları sırasıyla çalıyordu. Aile müzikten bihaberdi.  Uzun zamandır bir araya gelemeyen akrabaların müziği dinlemek ve ona icabet etmek gibi bir dertleri de yoktu. Müzisyenin orada yaptığı iş, artık bir asansör müziğinden ibaretti. Bu durum canını çok sıkmasına rağmen profesyonelce işine devam ediyorhissiyatını ele vermemeye çalışıyordu. 
İlerleyen saatlerde aile fertlerinden birisi müzisyenin yanına yaklaştı. 
- Birader iyi çalıyon, güzel çalıyon da… Bu grup her zaman bir araya gelemiyor. Biraz da eğlensek! Oyun havaları çalsan, çiftetelli falan…
Bir gün bunun başına geleceğini biliyordu. O gün bugündü… Anlamıştı. Sakin olmalıydı. Soğukkanlı bir şekilde cevap verip bunun mümkün olmayacağını ifade etmeliydi. Öyle de yaptı. Konseptten, tarzdan, üsluptan bahsetti. Adam alkolün de etkisiyle ısrar ediyordu. Müzisyenden aldığı tüm olumsuz cevaplar adamı yıldırmıyordu.Cebinden bir tomar yüzlük dolar çıkardı ve piyanonun üzerine saymaya başladı. Bir yandan müzisyene dur diyene kadar sayacağını söylüyor, problemi para ile çözmeye çalışıyordu. Adam müzisyenin yaptığı işe olan saygısını, disiplinini test ediyordu. Belki de restoran sahibi özellikle yollamıştı bu adamı. Sahibin testiydi bu… Evet, öyle olmalıydı! Müzik okulunu bitirmiş, armoni, makam, ton, usûl bilen, birikimli bir müzisyene bu yapılır mıydı ki? Tamam; Anadolu'nun ortasındayız da dağ başında da değiliz ki! Bu durumun müzikle de ilgisi yoktu. Etik bir duruma dönüşmüştü. İş etiği denen bir mevzuydu bu. Mekânın onurunu, karakterini, kimliğini korumaya çalışmaktı bu! Bir kere tavizde bulunursan gerisi gelirdi. Hep öyle olmamış mıydı?
Bir süre direndikten sonra adam pes edip gitti. Müzisyen öyle sandı, rahatladı. Bir süre sonra adam, restoran sahibini yanına alıp gelmişti. Bu kez konu üzerine ricada bulunmaya gelen kişi restoran sahibiydi.Müzisyen hayretler içerisindeydi. Duyduklarına inanamıyordu! Bir seferliğine diyordu sahip… Sarı ineği ver diyordu! Öyle yaptı müzisyen. Çaldı… Eğlendiler gönüllerince!
Sonraki haftalar sarı inek istekleri arttı. Müzisyenin canlı, hevesli, gülen suratı düştü. Sekiz beş mesaisine gidenler gibi gitti, geldi… Bir süre sonra hiçbir isteğe şaşırmaz hale geldi. Tamam dedi, hay hay! Bu da Ahmet Bey'e gelsin: Güz gülleri gibisin…
Müşteri profili de değişmişti. O canım rezervasyonlarla dolan lüks restoran, zaman içerisinde işkembe çorbası ve pide isteklerini de duydu… Restoran boşaldı bir süre sonra. Sahip sebebini anlayamıyor, şef garsona kızıyor, garsonları işten çıkarıyordu. Daha sonra tüm restoranı kırdı döktü yeniledi. Koltukları, lambaları, peçeteleri, menüyü… 
En son müzisyen bıraktı mekânı. Mekânın gerçek sahibi!