Hak, hak etmek... Kısaca, bir çaba yada çalışma ile elde edilen sonuç denilebilir.
O, her yerde aynı ruhu taşımaz. Birçok zaman, içinde barındırdığı harflerin azlığından mıdır bilinmez, biraz sinik, rengi soluk, iddiasız, zayıf ve bir o kadar kırılgandır. Sahip çıkmayı bilmeyenin üzerinde durmaz. Düşer... Birileri yerde görür onu. Toplamaya çalışır. Ele gelmez. Çünkü o sahibinindir! Onun gelip sahip çıkmasını bekler. Yerde sürünürken bile gazellerin arasında, gururlu ve mağrurdur. Karıştığı çöp yığınları içerisinde sükûnetini bozmaz... Vakurdur!
Çöplerden birisi sorar ona: "Ne işin var burada?" Hiç istifini bozmadan cevap verir: "Benim bir adım da umuttur, bakmayın burada sizinle olduğuma. Görürsünüz, birileri fark edecek çıkaracak buradan." Hakikaten de bir zaman sonra birilerinin dikkatini çeker, alırlar oradan. Şehrin meydanındadır artık. Görücüye çıkmış gibidir. Gelen geçen hayranlıkla, biraz da acıyarak bakar:
- Kim düşürdü acaba?
- Bu zamanda kim kaybeder, kim sahip çıkmaz? Şaşılacak şey!
Kaldırımdan yürüyüp geçenlere bir umut bakarken, göremez bir türlü sahibini. Bekler... Ve sonra bir gün görür onu... Ağzı dili yoktur ki seslenebilsin. Buradayım diyebilsin. Nafile... Kalabalığın bir şeye baktığını görünce sahibin de dikkatini çeker. Baktığı yerde çoktan unuttuğu, defterden sildiği hakkını görür. Şaşırır önce. Bir adım atar. Tekrar durup düşünür... Millet ne der? Herkesin ortasında, alenen... Dilenci gibi! Boşver, zaten unuttum gittim der...
Hayat böyledir. Sahip olduğumuz birçok şeyi aslında hak etmiyoruzdur. Benim diyebilmek gerek bazen. Masaya yumruğu vurur gibi. İddialı... Tereddütsüz ve emin. Hak nazlı ve hafiftir. Bir anda elinizden nasıl uçup gittiğini anlayamazsınız.
Sonra birisi gelir. Arsız ve yüzsüzce yaklaşır. "Benim" der...
Kimse sorgulamaz bu durumu. Meydanda duran kayıp hak, nihayet sahiplenilmiştir. Gerçek sahibinin aciz ve ürkek bakışları eşliğinde, başka birinin üzerinde gitmektedir. Yeni sahip, bir süre kendini inandırmaya, kabullenmeye uğraşır. "Evet ya! Tabi ki... Benden daha iyisi mi olacak ki!" gibi telkinler ile yeni pozisyonuna tavlanır. Edinilmiş hak insana onur katar. Zorla da olsa bu düşüncenin bünyesine nüfuz etmesini umar. Her sabah yeni güne başlarken baktığı aynada, bu konudaki gelişmeyi somut olarak görebilmek ister. Tam çıkacakken döner, bir daha bakar. Bir eksiklik vardır... Zaman geçse de sebebini bir türlü kavrayamayacağı bir eksiklik. Aklının ucuna gelip, nefsinin bir türlü diline getiremediği...
Yıllar sonra asıl sahip ile yeni sahip karşılaşırlar. Birbirlerini tepeden tırnağa süzerken asıl sahip üzerindeki eksikliği, yeni sahip de çoktandır kendisini rahatsız eden fazlalığı hisseder. O kalabalığın içinde birbirlerini tanıyabilmeleri de bu sayede olur. Söze yeni sahip başlar:
- Sana hakkını vermek istiyorum. Zaten o senin...
- Yok. Olmaz... Zamanında kabul edecektim. Artık benimle bir ilgisi yok.
Asıl sahip doğru söylemektedir. Bazı şeylerin zamanı, zamanlaması çok önemlidir. Hele de konu hak ise...
Yeni sahip bir soru ile devam eder:
- Sen anneni ne kadar süre emdin? Bu konuda bir bilgin var mı?
Asıl sahip konuyla bir alâka kuramamasına rağmen merakından cevap verir:
- Hiç... Annemin göğsü dolmuş taşmış. Ben istememişim!
Yeni sahip bu cevabı duyunca rahatlar. Çoktandır üzerinde taşıdığı yükün de hafiflediğini hisseder o an...
Hak yine meydanda kalmıştır. Gelen geçen hayranlık, şaşkınlık ve asıl hikâyeyi merak eden gözlerle bakmaktadır. Bilenler bir iki cümle ile yanındakine fısıldarken, sohbetlere renkli bir mevzu oluşmuştur. Aslında olur olmadık tiplerin sahiplenmesindense, meydanda kalması daha iyi gibi görünmektedir. Hatta o bir sanat eseri kıvamında teşhir edilmelidir. Özel bir platformda ya da camdan bir fanus içerisinde... Böylece gelen geçen herkes elini uzatmaya yeltenemeyip, kendini koruyabilir. Ama öyle de olmazdı... Farklı zaman aralıklarında kaybolabilirdi ortadan. Öyle oldu... Olur olmadık birileri sırtlayıp götürdü sırayla. Üzerine yakışmayan, olmayan herkes bir süre sonra geri getirdi. Getirip yerine koyanlar iyi olanlardı. En uzun süre getirmeyen, nefsiyle en çok boğuşan oldu. Ama sonunda o da geldi. Getirmeyen öldü. Oğlu getirdi yerine koydu. O da olmadı torunu. Ama geldi...
Asıl sahip mi? Talep durumu oluşmadığı için onun da üzerinde duramazdı. Durmadı da... Asıl sahip diğer sahiplerden şanssızdı. Basiretini bağladığı hayatında "kader" savunmasından başka bir şey gelmiyordu elinden. Hiç olmazsa diğer sahipler bir mücadele ve düşünce içerisine girdiler. Onlar dikenli ve meşakkatli bir yoldan geçtiler. Hırpalayıp dururken kendilerini, ağaran saçlarına bakıp, zamanın acımasızlığından yakındılar...
"Hak etti." Cümlesini kurarken bir daha düşünmeli. Kime, neye göre? Hak, kimse tarafından sahiplenemeyecek kadar özel bir duygudur. Çok fazla yoğunluk arz eder. Onu bir sonuç olarak görenler, eninde sonunda yanıldıklarını anlarlar. Hak hissedilen bir şeydir. Üzerinizde taşırken rahatsanız, şah damarından da olumsuz bir sinyal gelmiyorsa, keyfini çıkarın... Ve göreceksiniz ki o zaman, Büyük Salon'da ardınızdan kırılan kalemin sesi size, neşeli bir şarkı gibi gelecek!