Geçen haftaki yazımıza son paragraftan itibaren devam ediyoruz.

Yazılarımızın sıkı okuru-sağolsun- İbrahim hoca; emekli öğretmen arkadaşla bir gün karşılaştık. Ayaküstü sohbet ettik. Geçmişten konuşmuştuk ve o zaman bu çöp mevzuuyla ilgili demişti ki:

Çocukluğumuzda evlerimizin önünde çöp bidonu yoktu. Çöp olmazdı ki bidonu olsun.

Babam, keçiyi keser. Eti ve ciğeri/sakatatı evde kalır, derisi seccade olur, boynuzları bıçakçılara verilir, işkembenin dışı çorbalık, içi bahçeye gübre yapılır, sıyrılan kemikleri ve diğer yenilmeyen kısmı da kedi-köpeğe yiyecek olurdu.

Ekmek, nimetti, çöp olur mu/çöpe atılır mıydı hiç?

Pazardan alınan sebze ve meyveler…

Ayıklanan veya artan kısımları tavuklara yemdi/yedirilirdi..

**

Arkadaşımız, okul çağında iken içinde yetiştiği aile ve toplum kültürüne işte böyle dikkat çekmişti.

Söz bugüne gelince, köylerde ve gece kondu tipli evlerde belki ama bahçeli villa evlerinde ve apartman dairelerinde böyle manzaralara rastlamak ne mümkün. Kurban Bayramı'nda bile kurbanın artan kısmı ne kadar dert ediliyor, tartışılır.

Ekmekleri-Allah'ın nimetini çöpler arasında görüyoruz.

O veya bu bahaneyle tonlarca sebze ve meyve tenya yerlere dökülüyor.

Günümüz çocuğu/genci bunları ve daha nicelerini seyrederek büyüyor.

Armut nereye düşecek, elbette dibine.

O da simidin/poğaçanın yarısını yiyor yarısını çöp kutusuna atıyor. Yiyecek-içecek seçiyor, her şeyi yiyip-içmiyor.  

Çocuğun yemek seçmesi, nazlılığın ötesinde ebeveynin çocuğunun bir dediğini iki etmemesi sorunudur. Hâlbuki işin uzmanı zevat, ebeveynin çocuğun arzu ve isteklerine karşı:

1. Sınır koyabilmeli

2. Hayır diyebilmeli

3. Beklemeyi öğretmeli tavsiyesinde bulunurlar.

Hayati İnanç anlatıyor:

Avukatlık simidin/poğaçanın yarısını yiyor yarısını çöp kutusuna atıyor. Yiyecek-içecek seçiyor, her şeyi yiyip-içmiyor.  

Çocuğun yemek seçmesi, nazlılığın ötesinde ebeveynin çocuğunun bir dediğini iki etmemesi sorunudur. Hâlbuki işin uzmanı zevat, ebeveynin çocuğun arzu ve isteklerine karşı:

1.            Sınır koyabilmeli

2.            Hayır diyebilmeli

3.            Beklemeyi öğretmeli tavsiyesinde bulunurlar.

Hayati İnanç anlatıyor:

Avukatlık yaptığım yıllarda bir müvekkilim gelmişti. Adı Veysi.

Küçüklüğünde eline makası almış oynuyor. Oynarken gözüne sokmuş ve bir gözü

sakatlanmış. Bana şöyle iç geçirmişti:

"Annem, o makası elimden alsaydı ağlar mıydım?"

Adam o günden bu tarafa Kör Veysi olarak anılmış..

Yeri geldiğinde ağlatmak gerekir çocukları.

EBEVEYN ROLÜ

Çocuğun ilk öğretmeni anne-babasıdır, hamurunu ilk önce onlar yoğururlar, sonrası

öğretmenlere kalır. Bununla birlikte evdeki eğitim, hamura kıvam verme şeklinde ergenliğe kadar sürer. Dönüp-dolaşıp evde kalacağı, edep, adap, örf, adet, kültür alacağı ocak, hâlâ ailedir.

Ebeveyn, çoğu kere iyilik yaptıklarını düşündükleri çocuklarına kalıcı kötülük

yapabiliyorlar. Camdan fanusta yaşatarak aşırı korumacılık zırhı içerisine alıyorlar. Sonra da orta/lise ennihaye üniversite eğitimi için aileden ayrıldıklarında kendilerini, ya "ana kuzusu" ya da "özgürlüğe adım" pozisyonunda buluyorlar. Her iki davranış tipi de, toplum tarafından yerilir ve makbul görülmez, sorun sayılır, dışlanabilir.

Aslında sorunlu öğrenci/genç yoktur, sorunlu davranış vardır. Mücadele davranışla olacaktır.

Son zamanlarda basında, akran zorbalığı denilen bir kavramla sık sık karşılaşıyoruz. Gençler arasında ciddi bir sıkıntı. Zor beğenip çabuk tepki verdikleri bu dönemlerinde sonu ölümle biten pek çok olay duyuyoruz.

Çoğu kere kulaklarımızla işitiriz veliler "ezilen olma" derler. Keşke "ezen olma" deseler. Her ebeveyn böyle demiş olsa kimse kimseyle kavga etmez, ezilmez. Ancak buna rağmen, ezen çıkar mı, çıkar. Bunların akademik başarısı da yoktur.

"Çiçeklerin çöplerden daha güzel olduğuna sinekleri ikna edemezsiniz" mucibince sineklerle mücadele faslı devreye girer. Diğerlerinin selameti açısından mücadele/disiplin süreci başlar/başlamalı.

DİSİPLİN YÖNETMELİĞİ

Bize göre, disiplin yönetmeliği tekrar gözden geçirilerek davranış bozukluğu olan bu tip orta ve lise öğrencilerine "uyarma", yetmedi ise "kınama", yine sıkıntı devam ediyorsa "okul değiştirme", bu da akıllandırmadı ise kendi düzeylerinde "açıköğretim"e yönlendirilip aktif öğrencilikten çıkarılmalıdır.

 Okul bunlar için zulm oluyor, zihinsel değil fiziksel işlerden hoşlanıyorlar.

ÖĞRETMENİN FEDAKÂRLIĞI

Öğretmen, dönemsel olarak veli ve öğrenci karşısında güçsüzlüğünden dem vursa da mesleği gereği görevini yapmak durumunda. "Bilgi güçtür" mottosunu veli ve öğrenciye hissettirir öğrenciyle iletişim kurup frekansı tutturdu, dersi de sevdirmeyi başardı mı, gerisi kolay.

Beklenti öğretmen, hoşgörülü, sabırlı, açık fikirli, esnek, sevecen, anlayışlı, esprili, cesaretlendirici, destekleyici olmalı.

Yapılan araştırmada ortaokul öğrencileri, öğretmenlerini kendilerini en iyi dinleyen ve anlayan olarak görürler. Ancak ilkokul ve lisenin yeri bambaşkadır. Zira çocuk, ilk okuma ve yazmayı öğrendiği ilkokul öğretmenini hiç unutmaz. Lise öğretmenlerinden kendine dokunabilenleri de unutmaz, bunlar ya içlerindeki cevheri keşfetmiş ya da meslek seçiminde/yönlendirmede başarılı olmuşlardır.

Sevgili öğrenciler!

Aranızda kan bağı olmamasına rağmen kendisinden daha iyi bir konuma geldiğiniz zaman, sizi kıskanmayan tam tersi sizinle övünen, gurur duyan tek kişi, öğretmenlerinizdir.

Vesselam..

Düzeltme: Bir önceki yazımızda "Yanılmıyorsam bizim yöresel ağızda sap yığınına "tığ" denilir demiştim; "tığ", "tınaz" olacakmış.