Eylül ayı, sonbaharın ilk ayı.
Sonbahar, serin havalar, dökülen yapraklar, tabiatın sessiz vedası, kışın ayak sesleri, hazan ve hüzün demek.
Diğer taraftan sonbahar, okullar için, çocuk seslerinin kuş cıvıltıları gibi yankılanmaya başladığı mevsimdir. Yine her kademedeki öğrencilerin yaz rehavetini bitirip heyecanla yeni bir eğitim-öğretim sürecine besmele çektiği mevsimdir.
Haziran'da dinlenme moduna giren eğitim kadrosu ve öğrencileri zihni ve kalbi deşarj varsa şarj moduna giriş yaptıkları bir dönem. Aslında öğrencilere olduğu gibi öğretmenlere de Eylül, her yıl yeniden bir başlangıçtır/heyecandır.
Öğrenciler, hem fiziksel, hem duygusal, hem de zihinsel olarak bir önceki yıla ait değiller; bir üst kerteye çıkmışlardır artık. Kimi sınıfını geçmiş, kimi farklı bir ortaokul ve liseli, kimi üniversiteli olmuş, kimi de mezun olup hayata atılmıştır.
Öğretmen de yerinde saymayacak, kendini yenileyecek, hazırlayacak elbette.
Bir önceki yazımızda ifade ettiğimiz gibi fedakârlık yapacak ve imkânlar ölçüsünde öğrencilerin gönlünde iz bırakmak için elinden gelen her türlü gayreti sarfedecektir..
Sıfırdan ilkokul, bir çocuk için ailesinden sonra ilk sosyal kurumdur. Bundan sonra çocuğun hayatında sadece anne-baba yer almayacak, öğretmen ve arkadaşları da yer alacak, önem kazanacaktır. Çocuk okulda, hem kişiliğini korumayı, hem de bir grubun üyesi olmayı öğrenecektir. Ayrıca yardımlaşma, paylaşma, haklar ve sorumluluklar, rekabet gibi kavramlarla tanışacaktır.
Orta ve lise seviyeleri çocuk için, okul gün içerisinde belirli süre aileden uzaklaşma, arkadaş çevresiyle buluşma, bir üst sınıf ve yaşa yükselme heyecanını yaşama kaçamağı. Ne var ki bu kısa süreli bir hazzın ardından çeşit çeşit dersler ve öğretmenleri okulun açıldığı haftayla birlikte onları bekliyor olacak. Kitaplar, kalemler, defterler, yardımcı kaynaklar getirmelerini isteyecekler. Alıştıra alıştıra belki de vakit kaybetmeden derslere girecek, bilgi üstüne bilgi eklemeye başlayacaklardır.
Gerçek şu ki, ortaokuldan itibaren öğrenciler, arıların her çiçekten bal aldığı gibi birçok öğretmenden farklı bilgi alarak yetişmekteler. Bu anlamda çok şanslılar.
Bir arı, ne kadar çok çiçekten öz almışsa balı, nasıl o kadar kaliteli olursa; ne kadar çok öğretmenden farklı bilgi alan öğrenci de o kadar donanımlı olur. "Az oku, öz oku, her ilimden cüz oku" der büyüklerimiz.
Bir Arap atasözünde, "el ılmü evvelühü mürrun min'el besal, âhiruhü ehla min'el asel=İlmin başlangıcı soğandan acı, sonu da baldan tatlıdır," denilir.
Bu günün öğrencileri, okul dersleri, kitapları, kaynakları, testleri yetmiyor gerekçesiyle dershane, etüt merkezi gibi ekstra çalışma mekânlarına gidiyorlar ve zihnen çok yoruluyorlar. Zira hem okul dersleri hem diğerleri, cidden yorucu. Orantısız bir yarış var.
Çocuk/genç zeki ama özel kulvarda ders alma ve denemelere katılma imkânı yok.
Çocuk/genç zeki aynı zamanda özel kulvarda her tür hizmet alma imkânı var. 
Bir de zihni kapasiteleri sınırlı çocukların, zengin velilerinin zoruyla özel ders alan kesimleri var.. Bu tip veliler çocuklarını kendi hallerine bırakmıyorlar, genç olunca da bu çocuklar özel üniversite istiyor, veliyi zorluyor; "haydi ektiğini biç" diyorlar.
Parantez açarak ifade etmek gerekirse şöyle bir garabet ortaya çıkabiliyor:
Geceli-gündüzlü çalışıp alın teri dökerek kazanan tam burslu öğrenci ile babasının parasıyla gelen öğrenci aynı (özel)üniversite/fakültede okuyor ve mezun oluyor. Kamu ya da özel sektörde her ikisinin de görev aldığını düşünün. Bakış açılarını irdelediğinizde birisine göre para bütün kapıları açar, diğerine göre ehliyet/liyakat ön planda olmalı.
Birinci bakış açısı hep iş yapar, rağbet görür, arabasını dağ-taş aşırır, ikinci düz ovada yolunu şaşırırsa korkulanın olması muhtemel. Bu bakış açısının "yeter" deyip "ehliyet ve liyakat" gömleğini çıkararak diğerine ayak uydurması toplumda sıkıntılı sonuçlar doğuruyor.
Sanırım rüşvet çarkları, suiistimaller, iltimas, kayırma, hırsızlık böyle başlıyor.
O kadar ki, iyi eğitimli ve yetenekli bir hırsız, eğitimsiz ve yeteneksiz hırsıza göre toplum için çok daha tehlikelidir. Bunlar saman altından su yürütürler, işlerini tereyağından kıl çeker gibi yaparlar. O nedenle "beyaz yakalı suçların maliyeti mavi yakalılarınkiyle karşılaştırılamaz" der bu alanın uzmanları.
Depremlerde karşılaştığımız üzücü hadiseler, kara para aklama denilen aklımın bir türlü almadığı/anlamadığı haberler cahil/cühelanın işi olmasa gerek.
Bir önceki yazımızda yine dile getirmiştik ilk ve ortaokul yılları çocukların iyi izlenir/analiz edilirse gelecekleri hakkında fikir sahibi olunabilir. Aynı zamanda geçmiş ve an itibarıyla yaşadıkları/başlarından geçenler karakterlerine işler, değer karnelerine not olarak düşer.
Mesela anne şefkati görmemiş bir çocukta merhamet değerinin değerinin 0-5 arasında kaç olmasını beklersiniz? Keza hep horlanarak büyüyen bir çocuğun da sevgi değeri kaç olabilir?
  İşte böyle aile bireylerinin olumsuz tavırlarına maruz kalmış bir çocuğun başta sevgi ve ilgi olmak üzere hak, adalet, eşitlik, hoşgörü, huzur, sabır, vefa, başarı, dostluk, mutluluk, iyi niyet gibi değerlerden hangisi örselendi/zedelendi ise o değer ya da değerleri tespit edip o öğrenciye, o değeri yükleme yönünde çalışma yapılması gerekir.   
Eğitimde değerler eğitimi, bireylerin iyi bir insan olmalarını hedefler. Öğrencilere iyi insan kavramını tanımlayan değerleri öğretmek ve onların karakter gelişimine katkıda bulunmak suretiyle toplumda hatta dünya genelinde huzurlu ve mutlu insanların sayısını artırmayı amaçlar.               (Devam edecek)