Namaz belli vakitlerde farz kılınmıştı ama birde namaz vakitlerinin geldiğini ilan eden bir bildirinin olması gerekiyordu. Peygamberimiz bu konuda ashabı ile istişare etti. O vahy gelmeyen konularda ilahi vahyin gelmesini bekler veya ashabının görüşlerine başvurarak onlarla istişare ederdi.
Buradaki amaçlardan biriside kendisinden sonra ortaya çıkacak problemlerin nasıl çözüleceğini göstermiş olması idi. Belli konularda ehil insanlarla istişare etmek, onların görüşlerini almak, peygamberâni bir metot olduğu gibi insanlara değer vermenin ve erdemliliğin de alametifarikasıdır. En çok yanılan insanlar her şeyin en iyisini ve en doğrusunu ben biliyorum diyen, bilmediğini de bilmeyen insanlardır.
Peygamberimiz namaz vaktinin girdiğini, cemaatine nasıl duyuralım diye ashabı ile istişare etti ve onların görüşlerini sordu. Onlarda çeşitli öneriler sundular. Bir anlamda da Allah Resulü, müslümanların simgesi olacak kutsal çağrının tespitinde ümmetin bizzat gayretlerini, emeklerini ve meseleyi sahiplenmelerini istiyordu. Bir karara varamadan dağıldılar. Peygamberimizi ve ashabını Medine ye davet eden, sizi mallarımızı ve canlarımızı koruduğumuz gibi koruyacağımıza dair Allah adına söz veririz diyen, Kur an'ın "İslam'a ilk girenler" diye adlandırdığı, bedrin arslanlarından, uhut ve diğer tüm savaşlarda da bulunup, büyük kahramanlıklar gösteren Abdullah bin Zeyd. Bir çözüm yolu bulamadık diye üzülen peygamberimizin durumundan çok etkilenmiş ve o da üzülmüştü. Nasıl bir çözüm yolu bulabileceklerini kendisine dert edinen Zeyd fikir yorgunluğu ile yatar. Onun bu halı Allah katında muteber bir hal almış olmalı ki üzüntüsünü giderecek ilahi hikmet ona bahşedilir. Allah Resulünü ve ashabını sevindirecek müslümanlara namaz vaktini bildirecek o kutlu çağrı rüyada kendisine öğretilir. Belki de peygamber sevgisinin karşılığını böyle ilahi bir muştu ile alıyordu. Yani ikinci Akabeden başlayan, ensarlıkla devam eden, fedakârlıklarının ilahi bir mükâfatıydı. Samimiyyeti, ihlası, gayreti, meseleyi içtenlikle kendisine dert edinmesi ve samimi duası, Arşın sahibi tarafından karşılık bulmuş ve o vesile kılınarak onunda rıza bahçesinde dikili bir gülü olmuştu.
Abdullah bin Zeyd rüyamda, "Üzerinde yeşil elbise bulunan birisi elinde bir çan olduğu halde yanıma doğru geldi. Ona "elindeki çanı bana satarmısınız" O da ne yapacağımı sordu. "namaza davet için çalacağım" o kişide de "öyleyse ben sana bundan daha hayırlı bir şeyi öğreteyim mi? Dedi "O ne ola ki" diye sordum. Adam mescidin üzerine dikilip yüksek sesle "Allahu Ekber…"diye başlayarak ezanı bütünü ile okudu. Sonra biraz durdu, ezan cümlelerini bir daha okudu. Aynı kelimeleri tekrar etti. Sonuna doğru iki defada "kad kametis-salah" diyerek ilavede bulundu. (Ebu Davut, salat 28 - tirmizi salat 25)
Abdullah bin Zeyd uyandığında, Allah Resulünün yanına koşar. Henüz namaz için toplanma çağrısı yapılmamış ve henüz namazda kılınmamıştı. "Ya Resulullah ben rüyamda bir şey gördüm, sanki uyanık gibi idim" diyerek gece olup biteni anlatmaya başlar. "Ben uyku ile uyanıklık arasında iken birde baktım ki birisi bana gelerek şu ezanı öğretti" der ve benliğine kazınan bu gün ki okuduğumuz şekli ile ezanın lafızları ağzından dökülür. Abdullah rüyasında gördüğü kişinin namaza başlarken de ezanın sözlerini aynen tekrar etmesini ve Hayye alel felah 'tan sonra "Kat kametis-salah" ifadesini ilave etmesini söylediğini de anlatır. (Müslim Salat 3)
Peygamberimiz de "Bu hak bir rüyadır. Hemen Bilal ile beraber kalk gördüklerini ona öğret ezanı o okusun çünkü onun sesi seninkinden daha gür ve güzeldir." (Tirmizi Salat 25) Bilal tatlı ve gür sesi ile İslam'ın ilk simge çağrısı olan ezanı okumaya başlayınca, Medine tatlı bir huzur atmosferinde yeni bir şeye daha tanık olur. Orada bulunanlar heyecanla bu tevhit ve şahadet dolu çağrıyı huşu içerisinde dinlerler. Aynı rüyayı o gece Hz. Ömer'in de gördüğü rivayet edilir. (Ebu Davut Salat 28) Kaynaklarda ki bazı bilgilere göre de Cebrail her ikisinden önce Resulü ekreme gelerek ezanı bildirmişti. (İbni Hacer, Fethul Bari 11,82) Bilal'i Habeşi bir gün sabah ezanını okumuş peygamberimizin uyanmadığını zannederek yüksek sesle "Es-salâtü Hayrun mine'n nevm" diye seslenmişti. Bu uyarı peygamberimizin hoşuna gitmiş ve bundan böyle sabah ezanında Hayyeal el felahtan sonra "Es salâtü Hayrun mine'nnevm" ifadesinin de ilave edilmesini emretmiştir. (Ahmet bin Hambel Müsned 4-43) "Siz namaza çağırdığınız vakit onu alaya alıp eğlence yerine koyuyorlar. Bu, şüphesiz onların akılları ermeyen bir toplum olmalarındandır." (Maide 58) "Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağırıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah'ı anmaya koşun ve alış verişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız, elbette bu, sizin için daha hayırlıdır." (Cuma 9) böylece ezan dolaylı da olsa Kur'an vahyinin de onayını almıştır.
Ezanın ortaya çıkmasında böyle bir yolun takip edilmesinde bir takım hikmetler bulunmaktadır. Tespit edilen hikmetlerin başında da Peygamberimizin isminin övülmesi ve yüceltilmesi kendisi dışında ki sahabeler tarafından yapılması daha münasip olması gelmektedir. (İbni Hacer, Fethul Bari 2,82) Diğer bir husus ise Hz. Peygamber vahiy gelmeyen konularda ashabına danışarak onlarla istişare yaparak bu yolla onları eğitmesi ve çözüm yollarını göstermesidir. Bu şekildeki "meşveret" bir anlamda onları meselelere dâhil etmek ve konuyu sahiplenmelerini sağlamaktır. Böyle yapmak hem Kur'an'ın bir emri hem de peygamberimizin sünnetidir. Nitekim Kuran'da "Onlar, Rablerinin davetini kabul ederler ve namazı dosdoğru kılarlar. Onların işleri de kendi aralarında bir istişare iledir. Verdiğimiz rızıktan da Allah yolunda harcarlar" (Şura 38)
Ümmetin her ferdi ezanı olduğu gibi koruyarak okumuş, muhafaza etmiş ve günümüze kadarda bu şekilde gelmiştir.