Fetih Suresi son ayet, Peygamberimizin adının sarahaten geçtiği yerlerdendir. Orada kendisinin Allah'ın elçisi olduğu ifade edildikten sonra onunla birlikte olan mü'minlerin "kafirlere karşı eşidde'=çetin, kendi aralarında ise ruhama'=merhametli" olduklarından bahsedilir. Aynı zamanda onların rükû ve secde ederek Allah'ın lütuf ve rızasını istedikleri belirtilir.
İşte bunların "secde eseri nişanlarının yüzlerine yansıdığı" vurgulanır.
**
Bir camide namaz kılıyorsunuz. Huzur ve huşu duyuyor, kırattan da hoşlanıyorsunuz.
Arkasında namaz kıldığınız görevliyi cami dışında gördüğünüzde "o, bu mu; bu o mu?" şaşırıyorsunuz.
**
Veli okulda çocuğunun öğretmeniyle tanışmak istiyor.
"İşte o" diye gösteriliyor. Veli bir kafasındaki öğretmene bir de somut, karşısındaki öğretmene bakıyor.
"Allah Allah, şimdi öğretmenler böyle mi oldu" demekten kendini alamıyor.
**
Apartman yöneticisi Temizlik İşleri'nden apartmanın tıkanan lagarlarını açmak üzere yardım istiyor.
Görevlerini yapmak üzere gelen görevlilerin başındaki zat, kontrol esnasında içindeki pisliği dışarı taşan lagarın kapağının açılmasını apartman yöneticisinden bekliyor.
"Öyle şey olur mu" diyen yöneticiye, ses tonunu yükselterek "pis diye sen dokunma ben mi dokunacağım" diye gürlüyor.
Yönetici çaresiz; "öyleyse kardeşim sen niye geldin?" diyor.
**
Aylık, yıllık geliri sınırlı ve kısıtlı olduğunu bildiğiniz birisiyle karşılaşıyorsunuz. Borçları var, sıkıntıları belini büküyor.
Karı-Kocanın elinde bir askerî ücret mukabili değerinde akıllı cep telefonu.
Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu…
**
Ortada böyle gariplikler var.
İlk gördüğün kişinin mesleğini tahmin et deseler; durup uzun süre düşünmek lazım. Yine de söylesek tutma oranı zayıf.
Herkes her meslekten anladığını söylüyor. Grand tuvaletliler tarafından aldatılmanız an meselesi olabiliyor.
Kuzu postundan kurt bile çıkabiliyor.
Hayra mı yormak lazım şerre mi?
Modern dünya böyle mi oluyor, anlamadım gitti.
Eskiden derviş derviş gibi, müderris müderris gibi, kadı kadı gibi, müftü müftü gibi, mühendis mühendis gibi, doktor da doktor gibi giyinir ve davranırdı.
Hani kanadı kırık bir kuşla derviş hikayesi vardır ya:
Hz. Süleyman güçlü bir devlete ve orduya sahipti. Adaletle hükmeden bir peygamber ve devlet başkanıydı. Sadece insanlara değil hayvanlara da hükmederdi. Bir gün bir kuş, kanadını bir dervişin kırdığından şikâyet ile Hz. Süleyman'a gelir. Şikâyetçi kuş, derdini anlatır ona. Hz. Süleyman da o kuşun şikâyetçi olduğu dervişi buldurur, huzuruna getirtip sorar:
"Bak, bu kuş senden şikâyetçi. Niye kırdın kuşcağızın kanadını?"
Derviş, kendini savunur:
"Sultanım, Allah bu mahlûkatı âdemoğlunun hizmetine vermiştir. Ben, bu kuşu avlamak istedim. Yine de ona kaçması için fırsat verdim, fakat o bekledi. Adeta; "Gel beni tut, ne istiyorsan yap" dedi. Ben de bana teslim olacağını düşünerek üzerine atladım. Tam yakalayacakken kaçmaya çalıştı. O esnada da kanadını incittim."
Bunun üzerine Hz. Süleyman kuşa döner:
"Bak, bu adam da haklı… Sen niye kaçmadın? O sana sinsice yaklaşmamış. Neticede sen uçup kaçabilirdin. Şimdi kolum kanadım kırıldı diye şikâyet ediyorsun."
Kuş itiraz eder:
"Efendim, bu kişi bir avcı olsaydı o zaman hemen kaçardım. Ben onu derviş kıyafetinde gördüğüm için kaçmadım. Bundan bana zarar gelmez diye düşündüm. Derviş olanın ne işi olur böyle şeylerle…"
Hz. Süleyman bu savunmayı beğenir ve kuşu haklı bulur. Kısasın yerine gelmesi için "dervişin kolunun kırılması gerekir" der.
Kuş:
Efendim, öyle yapmayın!
Ne yapayım?
"Efendim, bunun kolunu kırarsanız, kolu iyileştikten sonra aynı şeyi yine yapabilir."
Peki, ne yapalım?
"Siz bunun üzerindeki derviş kıyafetini çıkarın, derviş libasından sıyırın. Sıyırın ki diğer kuşlar benim gibi aldanmasın!"
**
Vesselam.