Zamanında eğitim alsa, bırakın ülkeyi, dünyanın sayılı baritonlarından birisi olabilirdi. Gür sesi, sokağın bütün gürültüsü ile başa çıkıyordu. Ne araba kornası, ne uslanmaz çocuk bağırtısı, ne de patlak egzoz sesi onu bastıramıyordu.
Balıkçı… Taze bunlar!
Kendi içerisinde farklı kafiyeleri yakalamaya çalışan, pek de konu bütünlüğü olmayan düzensiz cümleleri art arda sıralıyor ve bunları yaparken sanki bir ses nefes çalışması disiplinini koruyordu. Fiziki görüntüsü Pavarotti'den biraz daha halliceydi. Hatta rahmetli bilse, ön sahne olarak onu kullanabilirdi konserlerinde…
Arabayı balıkçının önüne çekmek için yaklaştığımda, özel kasalarla ayrılmış "vip" görüntüsü taşıyan özel alana, yine özel çağrı sözleri ve iltifatlarıyla yaklaştım.
Oooo balıktan anlayan abim gelmiş…
Yoldan geçen herkes onun bir şeyiydi! Dayısı, amcası, halası, kayınçosu, yeğeni… Akraba olmak bu kadar kolay ve basit bir işti. Hepimiz biriz, aynı ailedeniz… Balıkçının yanından bir yerlerden geçiyorsanız, o aileden olmamanız mümkün değildir. İster istemez, uzun zamandır görmediğiniz akrabalarınız çıkar karşınıza. Bir aile üyesi kavramı belirir kafanızda, unuttuğunuz... Ve o an hakikaten birçoğunu görmediğiniz, aramadığınız gelir aklınıza. Ve yine bakarken balıkçıya, amcanıza, dayınıza, yeğeninize bakar gibi bakarsınız; O an…
Balığı alıp gidecektim fakat hareket edeceğim yön ters kalmıştı. Balıkçıya çıkan tek yönlü dar sokağa doğru geri gelmem gerekiyordu. Bu iş biraz zor olacak gibi görünüyordu. Zira balıkçının bulunduğu cadde şehrin ana arterlerini birbirine bağlayan işlek bir caddeydi. Kaldırımların çok dar olması ve esnafın bu darlığa rağmen malını satmak için dışarılara taşmakta bir beis görmemesi, ortamı iyice çekilmez hale getiriyordu. Bir cambaz hüneri ile kaldırımda yürümeye çalışan insanlar, evlerine vardıklarında kendilerini şanslı sayabilirdi…
Balıkçı, ters istikamete dönebilmem için yapacağım manevraya yardımcı olmak için hamle yaptı.
Gel, gel, gel…
Balıkçının kontrolünde olmanın huzuru ile geri geri geliyordum. Ona güvendiğim için çok da fazla arkaya bakmaya gerek duymuyordum.
Sonra bir küt sesi ve ardından balıkçıdan "hooop, tamam" sesi!
Evet, hakikaten tamamdı! Tek yönlü sokaktan gelip caddeye çıkmayı bekleyen bir arabaya vurmuştum. Balıkçının tarifi olmasa sonuç daha kötü olabilirdi! Buna da şükür… Duran araba, bana arkadan çarpmış gibi görünüyordu. Şekil olarak ben haklıydım. Ama benim geri giderken, duran arabaya vurmam gerçeği, zihnimin tüm kurnaz planlarını alt üst ediyordu.
Başa gelen çekilirdi. Olsun! Şükür cana gelmedi ya! Neyse borcumuz verirdik. Gördüğümüz göreceğimiz bu olsundu. Allah beterinden saklasın…
Balıkçı vurduğum aracın sahibini de tanıyordu. Tanımaması mümkün değildi. Dedim ya! O civardan geçen herkesle bir akrabalığı vardı. Arabalarımızdan indik. Hasar tespiti yaptık. Benim arabada bir şey yoktu. Çarptığım araba hayli eski bir modeldi ve sadece tamponu düşmüştü. Her ikimiz de durumu olgunlukla karşılamıştık. Suçun bende olduğunu, arabasını istediği yerde yaptırıp, ücretini ödeyebileceğimi söyledim. Tamam dedik. Balıkçı her ikimizi de tanıdığı için sorun yoktu.
Adam iki gün sonra aradı, arabasını yaptırdığını ve masrafını söyledi. Ben de anladığımı, parayı da balıkçıya bırakacağımı söyledim. Bu görünmez kazayı da böylece atlattığımı düşünürken, birkaç gün sonra adam yine aradı. Arabasında gözden kaçan başka sorunların olduğunu, bu durumu ustaların fark edemediğini ve haliyle extra masrafların olacağını söyledi.
Siz siz olun, vuracaksanız eski bir arabaya vurmayın! Ufacık bir dokunuş bile o arabayı pert edip, elinizde kalmasına sebep olabilir…
Ve yine siz siz olun, dünyanın en iyi balıkçısı, amcan, dayın bile olsa ona güvenip de tarifine güvenmeyin!
Balıkçı taşındı. Şu an bulunduğu yerde trafik yok. Haliyle tarif de söz konusu değil. Güvendesiniz…