Tarihe yeni ufuklar açan, kimliğinde, kişiliğinde, ideallerinde ve inanç değerlerinde hiçbir zaman sapma olmayan, inandığı gibi yaşayan, gerçekleri eğip bükmeden söyleyen, yazan, hak davası uğrunda her türlü sıkıntıyı göğüsleyen, her söyleminde sıkça yol Peygamberimizin yoludur diyen, Yavuz Bahadıroğlu da (Niyazi Birinci) dünyadaki ömrünü tamamlayarak Rahmanı Rahime göç etti.
Kendisi nesillerimizi çarpıtılan tarih ile değil, gerçek tarih ile tanıştırarak yüzleştiren bir değerimiz idi. Bin yıla yakın, yeryüzünde hakkı ve adaleti tesis etmeye çalışan, haktan hiçbir zaman sapma göstermeyen, atalarımıza atılan garabet, yalan ve iftiraları su yüzüne çıkarmaya çalışan önemli bir kalemimiz. Bahadıroğlu, birçok alanda kalem oynatarak sayısız romanlar, hikâyeler, tarih kitapları, makaleleri ve konferansları ile çok güzel hizmetlere imzalar atmış, muteber bir tarihçi-yazardı. Bahadıroğlu bilhassa 1970'li yılların başından itibaren, muhafazakâr camianın bir değeri olarak, milyonlarca kişi tarafından okundu, izlendi, dinlendi, takip edildi, sevilerek takdir edildi. Bahadıroğlu'nun önemli hizmetlerinden biriside, çocuklar ve ergenlik dönemini yaşayan gençler için kaleme aldığı, Sunguroğlu serisi, Buhara Yanıyor, Şirpençe ve benzeri temel bir tarih şuuru" ve bir "kimlik" kazandıran romanlarıdır. Bahadıroğlu ve o kuşağın ortaya koyduğu emekler tabiri caizse "Bize hayal kurmayı öğreten" Necip Fazıl'ın "surda açtığı gediğin" yansımaları idi.
Rabbimiz rahmeti ile muamele eylesin. Sırası gelenin gideceği değişmez bir mukadderat vardır. Mutlak sondan kaçış ve kurtuluş yoktur. Amma velakin gitmekten gitmeye de fark vardır. Bir Bahadıroğlu gibi uğurlanmak, bir de na'şınızı bile taşıyacak dostlarının bulunmaması vardır. Hani "Nasıl yaşarsanız öyle ölür ve öyle anılırsınız" diye bir tabirimiz var ya. Her kim nasıl yaşadıysa öyle göçüyor ve öyle anılıyor. Yüreklere dokunmak ve gönüllerde yer etmek öyle kolay değildir. Birde eserlerinden, makalelerinden, konferanslarından, radyo programlarından bilenlerin şahitlikleriyle gönüllerde yer ederek hayırla yâd edilmek ayrı bir güzelliktir.
Biz ve bizlerden sonraki kuşaklardan, Bahadıroğlu'nu okumayan çok az kişi vardır. Bahadıroğlu gibi yazarlarımız sayesinde gerçek tarihimizin bir kısmından da olsa haberdar olduk. Kendi tarihimizi bildik, tanıdık ve sahiplendik. Bahadıroğlu'nun derdi davasıydı. Bahadıroğlu, İslam düşmanlığı çerçevesinde, dış düşmanlar ve onların içerdeki kuklalarının heba ettikleri ve ettirdikleri tarihi hakikatlerin, dînî, millî değerlerin, milletimizi millet yapan tüm unsurların savunucusu, yazıcısı ve konuşanıydı. Bu topraklara aidiyet hisseden herkesin vicdanının sesiydi. Yine yerli ve milli kültürel değerlerimize sahip çıkanların hep yanındaydı. Bahadıroğlu, yerli ve milli meselelerimizde, mayası sağlam insanların bunalımlarına çare olmuş, çözüm üretmiş, hakikatleri yazmış, dillendirmiş, ülkemizin ve milletimizin geleceğine dair yeni ufuk pencereleri açarak umut vermiş ve umutların yeşerdiğini de görmüştür.
O imanı bütün muvahhit bir mümin, geçmişini iyi bilen bir tarihçiydi. Bildiklerini de insanlarımızın bilinçlenmesi için topluma aktarıyordu. Bu görevini ifa ederken de hiçbir zaman eziklik göstermedi. Cesur ve samimi oldu. Bu yüzden de etkiliydi ve seviliyordu. Yakın tarihi gerçekleri olduğu gibi aktardığı için de bazı çevreler onu sevmiyor ve yargısız infaz girişiminde bulunuyorlardı. Tıpkı Necip Fazıl'ın 'Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın/ Gündüz geceye muhtaç bana da sen lazımsın.' dediği gibi. Fakat o haksız eleştirileri kale almıyor, dik duruyor ve 'Geçme namert köprüsünden, koy sular götürsün seni, yatma çakal yatağında aslanlar yer seni.' dercesine doğru bildiklerini söylemekten geri durmuyordu.
Allaha ve ahiret gününe inanan insanlar için yaşamında, ölümünde, bir anlam ve önemi vardır. Müslüman'ı hayata bağlayan da ideal ve inanç değerleridir. İnsana anlam ve mana kazandıran en önemli özelliği ise yaratılış amacıdır. İnsanın dünya hayatını anlamlı kılanda ahiret hayatıdır. İnanan bir insan için önemli olan insanın aklını ve iradesini iyi yönde kullanıp güzel ve hayırlı şeyler yapıp gök kubbede hoş bir seda bırakabilmesidir. Dünya hayatında yaptığımız hiçbir şey karşılıksız kalmaz, bunun bilincinde olan bir insan için dünya hayatı geçici bir yer olmaktan çıkıp sonsuz ahiret hayatı için bir hazırlığa dönüşür. Ölüm bu dünya hayatının sona ermesi yeni ve sonsuz bir hayatın başlaması demektir. Ölüm mümin için yokluk değil elbet. Dünya yolculuğunun bittiği, ebedi yolculuğun başladığı istasyondur. Mevlana "Öldüğüm, tabutumu omuzlar üzerinde gördüğün zaman bende bu cihanın derdi var sanma… Bana ağlama yazık, tüh, vah deme heva ve heveslerimin peşinde koşup şeytanın tuzağına düşersem vah, yazık'ın sırası o vakittir. Cenazemi gördüğünde ayrılık deme. Mezar cennet kapısının perdesidir. Mezar hapishane gibi görünür ama aslında canın hapisten kurtuluşudur…" "İnsanın asıl vatanı cennettir. İnsan dünyada gurbettedir. Ölünce asıl vatanına kavuşacaktır." Der ve bu yüzdende ölüm gününü "Şebiarus" (yaratana kavuşma günü) olarak addeder. Bir Müslüman dünyada inançları ile yaşar, idealleri ile hayatını sürdürür. Abese sur. 38-41de "O gün (kıyamet günü) bir takım yüzler parlak, güleç ve sevinçlidir. Yine o gün bir takım yüzlerde keder bürümüş, hüzünden kapkara kesilmiştir." Buyrulur. Cenabı Mevla cümlemizi "O gün (kıyamet günü) bir takım yüzler parlak, güleç ve sevinçlidir" hitabının muhataplarından eylesin
Yavuz Bahadıroğlu, inanç değerlerinden hiçbir zaman taviz vermedi. Doğruları söylemekten korkmadı ve çekinmedi. Bilgi birikimi, sevecen ve güler yüzü, yapmış olduğu hizmetleri ile gök kubbede hoş bir seda bırakarak ebedi âleme göç eyledi. Ruhu şad mekânı cennet olsun.