Efendim bu zamana kadar evlatların yaşlılara bakması, ilgilenmesi hakkında epey makale, şiir, güzel söz yazdım. Hatta ''Yaşlı Anadan Beş Oğluna mektup'' şiirim meşhur oldu. Ulusal TV'lerde yer aldı.  Sosyal medyada on milyon civarı tıklandı. Bu noktada da özellikle yaşlılarımızdan dua aldığımı düşünüyorum. Heybenin bu tarafı saklı kalmak kaydı ile diğer tarafına da bir şeyler konulması kanaatiyle samimi olarak hizmet eden ama bir türlü yaranamayan evlatlarının haykırışlarını da dile getirmek amacıyla bu makaleyi kaleme aldım. Ümit ederim onlara da ses olabilmişsem, dualarıyla diğer heybeyi doldururuz.
Yaşlılık dönüşü olmayan bir yoldur. Lakin bu yol öyle bir yoldur ki yılların birikimi ile hem yorgunluk vardır, hem tecrübe vardır, hem de bir takım melekeleri kaybetme ve dolayısıyla huysuzluk, hırçınlık vardır. Hele öncesinde de huy olarak biraz aksilikleri varsa, -şu dağ şuradan kalkar denirse inanın ama huy çıkar denilirse inanmayın- sırrınca, halk tabiri ile çevresine zamanında kök söktürdüyse, kredisini tamamen kullandıysa, şimdi de yaşlılığın etkisi ile şeddeli huzursuzluk, mutsuzluk, sürekli gavsara (kafa) darlığı ve çevreye çektirme vardır. ''Fihi Mâ Fih- ne ararsan buradadır'' misali vardır da vardır.
Burada hesap edilemeyen bir hususta şudur ki, evlatlarda yaşlanmaktadır. Anne baba 80 yaşında ise çocukları da genelde 35-60 yaş aralığındadır. Dolayısıyla ömrünü anne babasına hizmet ederek, onların kalbini kırmamak için el pençe durarak hatta zaman zaman haklı olsa bile içine atarak geçiren evlatlar da dolum noktasına gelmiştir. Belki onlarında kendilerine göre iyiye kötüye sıkıntıları vardır. Lakin çoğu yaşlı bunu göremez. Sadece eskiye göre değiştiğini düşünür.
Evlatların Muhtemel Sıkıntıları:
Eşi ile ilgili geçimsizlik sıkıntısı, işi ile ilgili maddi manevi sıkıntısı, ekonomik açıdan sıkıntısı. Anne babanın yıllarca her işine karışması, (patavatsız konuşması) dolum noktasına gelmesi ile ilgili sıkıntıları. Kardeşlerin, görümcelerin, gelinlerin, damatların birbirleriyle ilgili (biz şu kadar baktık, para harcadık onlar da aynı mal sahibi oluyor) sıkıntıları. Çocukların okullarla (başarısızdır, haylazdır, kötü alışkanlıkları vardır) sıkıntıları.  Çocukları üniversiteyi bitirmiştir, işsizdir onların sıkıntıları. Çocukları yaşını almıştır ama izdivaçları yoktur onların sıkıntısı. Çocuklarını evlendirip el içine girmiştir, onların bilinen bilinmeyen sıkıntıları. Anne babaya göre genç sayılsa da sağlık problemi sıkıntıları. Vesselam bu varsımlar uzayabilir.
Yaşlıların Muhtemel 
Sıkıntıları /Kuruntuları:
Gelinini, damadını, dünürlerini ilk günlerden itibaren sevmeme (özellikle düğünlerde yapılan hataların ömür boyu sürmesi)  -kızını başka birine vermek veya oğluna başkasını almak istemesi (hanımının veya kocasının engeli) takıntısı- sıkıntısı. Eski gücünün, otoritesinin yavaş yavaş kaybolmasını içine sindirememe sıkıntısı. Gelinin çevresinin oğlunun parasını yedikleri düşüncesi sıkıntısı. Gelinin ailesinin kızlarını kurarak (akıl vererek, fitleyerek) kendilerinden uzaklaştırma yaptıkları kuruntusu sıkıntısı. Maaşı veya malı varsa ''bunlar benim param için bakıyor, yoksa su bile vermezler'' kuruntusu sıkıntısı. Kendisi geçmişte sıkıntı çekmişse çocuklarının, torunlarının israfçı olduğu düşüncesiyle, sıkıntısı. Evlatlarının eskiye göre çok değiştiği (birbirleriyle dargınlıkları) bunu da eşlerinin değiştirdiği  kuruntusuyla sıkıntısı. Evlatlarının uzak memleketlere gitmesiyle yalnızlık korkusu, stresi sıkıntısı.
Dinlediklerim:
Hocam, üç kız, bir oğlan dört kardeşiz. Annemle atlı üstlü duruyoruz. Anneme, babama otuz yıldır hizmet ediyorum. Karşılarında kırıcı bir cümle kullanmadım. Onların yüzünden çoğu zaman eşimin, çocuklarımın bile hakkına girdim. Şimdi telafisi yok. Rahmetli babamın sigortasını amelelik paramla ödeyip emekli yaptım. Babam rahatsızlandı, hastanelerde koşturdum. Kimse beş kuruş yardım etmedi. Babam vefat etti. Şimdi annem maaşını alıyor. Maaşı yaklaşınca kızları eve doluyor, o da onlara aktarıyor. Bizim çocuklar da okuyor, ellerine beş kuruş vermiyor. Artık annem biraz daha yaşlandı ama aklı gavur gibi her şeye eriyor. Allah razı olsun hanım, yukarıda ne yemek pişirirse, -hatırıma- bir tabak anneme veriyor ama buna rağmen yaranamıyor. Eşime yapmadığı hakaret kalmıyor. Sağa sola devamlı karalıyor. Benim de dayanma gücüm bir yere kadar. Annemin yaşının yarısı kadar yaşım var, ondan çok ilaç kullanıyorum. Anne yapma, etme, sadece bir Allah razı olsun deyiver, diye kırk defa desem de, bu sefer basıyor bedduayı… Vallahi bıktım…

Hocam, ….. yanında olanın kıymeti olmuyor. Bir kız iki oğlan üç kardeşiz. Oğlanlar uzakta memur. Ben de ilçede anneme komşuyum. 7/24 gözüm üzerinde. Allah razı olsun, eşimde sıkıntı yapmıyor. Hatta ''annene hizmet ediyorsan, kendine ediyorsun. Yarın bizimkiler de bize eder'' diyor. Oğlanlar bayramdan bayrama geliyor, iki gece zor yatıyor ''Anne yapacağımız bir şey var mı?'' diyor -o da yapmamasına- ve gidiyor. Onları ve çocuklarını bizden çok seviyor. Sürekli onları övüyor. Bizim yaptıklarımızın hiç kıymeti yok. ''Benden yemezseniz, bir bardak su vermezsiniz'' diyor.
Hâlbuki bilmiyor ki, uzaktaki evlatları kış güneşi gibi ısıtmadan kayboluyor.  Biz ise burada yaz güneşi gibiyiz. Ama gel de anlat…
*
Hocam, benim eşime bir defa kinleşti ömrü billah sürdürüyor. Kız kardeşlerim bana dargın. Hâlbuki annemle babamla yıllardır ben ilgileniyorum. Vallahi malında da gözüm yok. Benim istediğim sadece son dem de dualarını almak. Ama hınzır kız kardeşlerim -eşimle araları yok- sürekli kafalarını karıştırıyorlar. Onlarda; ''Kızlar gelmek istiyor ama senin karın (eşin) yüzünden buraya gelemiyorlar'' diye bize kök söktürüyorlar. Hâlbuki hanımın bir şey dediği yok… Artık bıktım. Kim bakarsa baksın… Benim de kendime göre kırk tane derdim var. Ama kimseye anlatamıyorum…
*
Hocam, babam o kadar değil de annem çok huysuz. O kadar üzerlerine düşüyoruz memnun edemiyoruz. Haftada bir hatunu alıp genel temizliği için evlerine gidiyoruz. Bizi kapıda on dakika bekletiyor. Allaha şükür maddi hiçbir sıkıntıları yok. Ama gel gör ki, artık gelininden neyi nereye saklarsa. Hâlbuki ben sarrafım, altına mı ihtiyacımız var. O yüzden kendi evlatlarıma şimdiden vasiyet ediyorum. Yarın bende huysuzlaşırsam, hakkımı şimdiden helal ediyorum. Beni huzur evine verin. Sakın acımayın. Belki o zaman aklı melekelerim azalır beddua edersem, kala almayın…
*
Vicdan azabı: ''İnsanın, eşref saati, eşek saati vardır'' sırrınca, elinden geldiğini yapmaya çalışıp ama bir türlü memnun edilemeyen yaşlılara o an ki, sinir ile -neticede insan- ağızdan kötü bir kelam çıkabilir. Bazen evladın da istemesine rağmen -yukarı tükürsem bıyık, aşağı tükürsem sakal misali-  elinden gelemeyen durumlar olabilir. Samimi evlat en kısa sürede telafi etmeye çalışır. Hatta telafi edemeden rahmetli olmuşlarsa ömür boyu vicdan azabı çeker. Keşke, o söz ağzımdan çıkmasaydı veya istediklerini alsaydım gibi ama nafile geçen geçmiş bir kere. Özetle;
Kıymetli evlatlar; bir kere yaşlılarımızı idare etmek çok zordur. Bunu kabul etmekten başka çaremiz yok. Tek sığınılacak liman samimi isek kendi vicdanımızdır. Olabildiği kadar -kendimizi de bitirmeden- sabırla dua alabilmektir. Diğer taraftan bizlerin şikâyet ettiği hususları önceden veya yaşlanınca evlatlarımıza yaşatmamaktır. . En azından gelecek nesilleri kurtarmaktır.
Başka bir ifade ile gençlikte krediyi bitirmeyelim ki yaşlılığımızda rahat kullanabilelim. 
Eli öpülesi yaşlılarımız; sizler de lütfen evlatlarınıza dünyayı zindan etmeyiniz. Hele hele bedduayı silah olarak kullanarak ömür boyu vicdan azabı çektirmeyiniz. Onların da ayrı bir ailesi olduğunu -paranın her şeyi çözmediğini- unutmayınız.  Artık zaman eski zaman (eli, dili oklavalı kaynana, kayınpeder ) değil. Günümüzde evlilikler zaten pamuk ipliğine bağlı. Samimi evlatların sizlerden istediği sadece bir dua, özellikle eşlerine, -evlat, zor olsa da bir yerde annem babam der içine atar- çocuklarına karşı sevgi, tebessüm, ''Allah razı olsun, eline sağlık'' cümlesidir. Ve en önemlisi de evlatlar arasında bariz adaletsizlik yapmamaktır.  Bu da çok zor olmasa gerek…
Ve kardeşler: En büyük görev kardeşlere düşmektedir. Yaşlılar ve eşler arasında adeta köprü vazifesi görürler. İstemezlerse köprünün gözlerini tıkar, küçük sel felaketinde köprüyü yıkarlar. İsterlerse de o köprünün altından çok sular geçirirler. Bir kere kardeş kardeş olduğu için değer görmeli. Maddi hırs bu değerin önüne asla geçmemeli. Yaşlılara, -arada kırılma olsa da- kardeşlerin arasında birlik beraberliğin olduğu hissettirilmeli. Kardeşler arasında dargınlık varsa o yaşlının ne gözyaşı diner ne de çevreye huzur verir. Çünkü tüm yaşlılar evlatlarını (bazen aralarını bilmeden bozarlar) beraber görmek isterler. Göremezse altta kalanın canı çıksın misali, suçu günahı eşlerine yüklerler. Dahası mı, kopmaya gider ipler. Ayrıca; birine kızıp da, ''anne, baba; evine gelmek istiyoruz ama şunun yüzünden, bunun yüzünden gelemiyoruz'' kelimesi kesinlikle kullanılmamalıdır. Tabi yaşlılar ve ona bakan kardeşler rahat etsin isteniyorsa… İstenmiyorsa sınır yok, her şey serbest(!) Bu noktada son kelam olarak eğer yaşlımız bir kardeşimizin yanında mutlu ise, yüzü gülüyorsa uzaktaki diğer kardeşler için veli nimettir. Bu nimeti tepmemek için köstek değil destek olmak gerekir. Şu fani dünyada, ''Kardeş kardeşi bıçaklar, geri dönüp kucaklar'' misali, ölünce arkasından ağıt yakmak değil - görünce (sağlığında) yüzüne bakmak gerekir.
Rabbim evlatlara aile büyüklerini ihmal etmemeyi yaşlılara da evlatları bir hiç uğruna üzmemeyi, kardeşlere ve eşlerine de araya fitne fesat sokmadan birlik beraberliği bozmamayı nasip eylesin.