1948’de İsrail devletinin kuruluşu ilan edildiğinde, Filistinlilerin Nekbe- Büyük Felaket olarak isimlendirdikleri, acıyla geçecek zorlu günleri başlamıştı. Osmanlı’nın dağılmasından sonra İngiliz mandası altında yaşamaya başlayan Filistin halkı, BM eliyle gerçekleştirilen bu oldu bittiden sonra silahlı Yahudi çetelerinin saldırısına uğramış, yüzyıllardır yaşadıkları evlerini, bağlarını, bahçelerini, ekip biçtikleri arazilerini terk etmeye zorlanmış, karşı çıkanlar kadın, çocuk, yaşlı demeden katledilmişti.

           Birkaç hafta içinde onlarca köy ve kasaba yakılıp yıkılırken, o coğrafyada doğmaktan başka suçu olmayan 10 binden fazla mazlum Filistinli, Siyonist çeteler tarafından öldürülmüş, yerinden yurdundan edilen 750 bin kişi ise canlarını kurtarabilmek için komşu beldelere sığınmışlardı. Öyle ki, ailenin bir ferdi kendisini Lübnan’da bulurken, diğeri Ürdün’e, bir başkası ise Gazze’ye veya Mısır’a gitmek zorunda bırakılmış, aileler dağılıp, adeta parça pinçik olmuştu.

          Böylesine bir haydutluğun uzun süre devam edemeyeceğini, dünya seyirci kalsa bile Arap ve Müslüman kardeşlerinin bu işgale izin vermeyeceğini düşünerek, bir gün mutlaka geri dönecekleri ümidiyle yanlarından ayırmadıkları evlerinin anahtarları ile “geçici” sığınma merkezlerinde yaşamaya başlamışlardır. Ama aradan 76 yıl geçmesine rağmen o sığınma merkezleri bir türlü geçici olmaktan çıkamamış, yıllar içinde düzensiz şekilde inşa edilen betonarme binaların da yer aldığı birer mülteci kampına dönüşmüştür.

           İşgalci Siyonistlerin 8 aydır aralıksız bombaladığı yarıdan fazlası çocuk 50 bin kişiyi katlettiği bugünkü Gazze halkı, babalarının çocukluk günlerine rastlayan o günleri dinleyerek büyük mahrumiyetler içinde büyümüş bir halk. 7 Ekim’den bu güne, hepi topu 40 km uzunluğunda, en geniş yeri 15 km’yi bulmayan bir toprak parçasında, katillerin güvenli bölge ilan ettikleri bir bölgeden diğerine sürüklenerek yaşamalarına rağmen, Gazze’yi terk etmemek için direnmeleri, bir kez terk edilen toprağa geri dönüşün imkansız olduğunu acı bir tecrübe ile öğrenmiş olmalarından dolayıdır.

           Katil, yaptığı bunca hunharlığa rağmen direnişi kıramayacağını gördüğü için şimdi de Gazze’yi tümüyle boşaltmaktan başka çare olmadığına ABD’yi ikna etmeye çalışıyor. Finansmanı işbirlikçi Arap devletlerinden olmak üzere büyük rüşvetler vaat ederek Mısır diktatörü Sisi’ye, Gazze halkını Sina Yarımadasına alması için her türlü baskıyı uyguluyor. Ama zaten diken üstünde oturan Sisi, bu formüle yanaşmadığı gibi Gazze halkı da ikinci bir Nekbe yaşamaktansa ölmeyi tercih ediyor, bir daha asla diyorlar adeta, bir daha asla, ölürüz ama terk etmeyiz topraklarımızı.

           7 Ekim’den sonra benzeri görülmemiş bu saldırılara uzun süre dayanamayacaklarını düşünerek Gazze halkı için “toprak satan halk” iftirasını dillendiren medya maymunları, direniş uzadıkça epeyce sıkıntı çekiyor olmalılar. Zira bu halk, İsrail’in kurulduğu tarihi esas alırsak 76 yıl, Osmanlının yıkılarak Filistin topraklarının İngiliz mandası altına alındığı tarihi esas alırsak, tam bir asırdır ABD başta olmak üzere tüm küresel zorbaların arkasında durduğu dünyanın en acımasız, en barbar, en ahlaksız ordusuna boyun eğmiyor, topraklarını terk etmiyor.

           UCM’nin adaleti: Cellatla kurbanı eşitlemek Mİ olacak?

           Güney Afrika Cumhuriyetinin Uluslararası Adalet Divanı’na açtığı soykırım davası devam ederken Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin savcısı, mahkemeden Netanyahu için yakalama kararı çıkartılmasını istedi. Aylardır işlenen cinayetleri boş gözlerle seyreden, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin başvurusu olmasa daha seyretmeye devam edeceği tahmin edilen UCM, soykırım sözcüğünün dahi geçmediği, sadece savaş suçu işledikleri iddiasıyla İsrail Başbakanı ve Genelkurmay Başkanı için tutuklama isteyerek zevahiri kurtarmaya çalıştı. 

           Pakistan asıllı Uluslararası Ceza Mahkemesi savcısı Kerim Han, Hamas’ın terör örgütü olduğunu ikrar etmeden İsrail’i kınayamayan bizim yerli siyonistler gibi, üç oğlu ile birlikte dört torunu vahşice katledilen İsmail Heniye ve üç Hamas yöneticisinin de yakalanmasını ilave etmeden böyle bir talepte bulunamazdı elbette. Sekiz aydır aralıksız işlenen soykırımdan sonra cellat ile kurbanı eşitleyen bu utanç verici karar aslında bu yönüyle tepki çekmeli iken, sadece acımasızlıkta değil arsızlıkta da eşi benzeri olmayan Siyonistler tarafından Netenyahu’nun tutuklanma talebi yüzünden topa tutuldu.

           Mahkemeden karar çıksa bile hayata geçirilme ihtimali olmayan bir talep bile İsrailli ve ABD’li siyonistleri çıldırtmaya yetti.  Bu kararın yok hükmünde olacağından tutun da, bunun terörü ödüllendirmek demek olduğu, UCM’nin Yahudi düşmanlığı yaptığına kadar denilmedik söz bırakılmadı. Hatta daha da ileri giderek maskeleri tümüyle attılar ve “ UAD ve UCM benzeri kuruluşları kendileri için değil, Asya ve Afrikalılar için oluşturduklarını itiraf ederek, zavallı Kerim Han’a,  “sen ne yaptığının farkında olmayan bir aptalsın” demeye getirdiler.

           AMERİKAN YÜZYILI VEYA PAX romana

           İnsanlık olarak Filistin’in yiğit çocuklarına çok şey borçluyuz. Yıllardır sadece Müslümanların değil, insanlığın onurunu canları pahasına korumaları bir yana, yüzyıl boyunca tahkim edilen İsrail efsanesini çökerterek bu ahlaksız cinayet şebekesini rezil ederken, İsrail’in işlediği soykırıma verdiği sınırsız destekten dolayı ABD’yi de dünyanın gözünde soykırım işbirlikçisi olarak tescilledi. Kızılderili soykırımının iskeletleri üzerinde kurulan ABD isimli bu şeytan imparatorluğu, Gazze’de işlenen soykırımın asıl failidir.        

           Son günlerde yükselen İsrail karşıtı gösteriler karşısında ABD başkanının takındığı ikircikli tavırdan dolayı siyonist cellatların yaptıkları açıklamalara bakarak, ABD’nin mi İsrail’i, İsrail’in mi ABD’yi yönettiği şeklindeki tartışmalar anlamsızdır. Şurası çok açıktır ki, ABD olmasa idi İsrail böyle uzun süreli bir katliama girişemez, gönderdiği o her biri bir ton ağırlığındaki bombalar olmasa bu kadar yıkımı gerçekleştiremezdi. İlk günden nükleer başlıklı olanı dahil onlarca savaş gemisini, uçak gemilerini Doğu Akdeniz’e demirleyerek İsrail’i her türlü tehdide karşı korumaya alan ABD, bu cinayetin hem azmettiricisi, hem tedarikçisidir.   

           Ancak direnişin bu kadar uzun sürmesi sadece İsrail’in değil, ABD’nin de tüm hesaplarını alt üst etmiştir. Irak’ı işgal ederek bir milyon kişiyi katledip ortada bir devlet bırakmadıktan sonra orayı İran’ın vesayetine terk eden, Afganistan’da yirmi yıl boyunca taş üstünde taş bırakmayan, normalleşme adı altında İsrail karşısında işbirlikçi Arap liderlerine diz çöktüren bu la yüsel zorbalık, 8 ay boyunca masum çocukların, kadınların, yeni doğmuş bebeklerin çığlıklarına kulaklarını tıkayarak, gerçekte nasıl bir soykırımcı olduğunu dünyaya yeniden hatırlattı. 

           Hastanelerin içine tankla girerek doktorları, sağlık çalışanlarını, hamile kadınları dahi öldüren İsrail güçlerinin bu cinayetlerini meşru müdafaa diyerek katile pervasızca kol kanat geren ABD, insanlık karşısında takındığı bu kibirli tutumla öylesine bir itibar kaybına uğradı ki, 2. Dünya Savaşı sonrasında vesayeti altına aldığı Avrupalı Devletler bile artık kendisine baş kaldırıyor, tehditlerine, şantajlarına aldırmadan mazlumun yanında yer alıyorlar.

           Ceza Mahkemesine yaptığı onca baskıya rağmen yukarıda bahsettiğimiz talebin çıkmasına engel olamadı, öyle görünüyor ki artık bu yönde bir kararı da engelleyemeyecek. Her ne kadar kısa vadede kararın uygulanabilirliği mümkün görünmese bile bu durum artık bu küresel şeytani düzenin mevcut haliyle devam edemeyeceğini göstermektedir. O yüzden “diz çök barış olsun” diyen bu zalim Pax Romana döneminin sonu Filistin’in bu yiğit evlatları eliyle olacak. Omerkilic91&Hotmail.com