Merve Tuhafiye'yi çalıştırdığı dönemde öğrenciliğimdeki gibi dükkanımız özel ders mekanı oldu. Altmışlı yıllarda bakkal dükkanında daha çok bütünlemeye kalanları çalıştırırdım. Burada da benzer bir durum ortaya çıktı.
Bir defasında Sungurtekin Bey, Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nde okuyan bir kız öğrenciyi getirdi. Arapça'dan bütünlemeye kalmıştı. Sanıyorum onu üç hafta kadar çalıştırdım. Hatta biz çalışırken Rize'nin bir ilçesinde müftü olarak görev yapan Süleyman Hoca gelmişti. Derse biraz ara verip sohbete daldım. Süleyman Hoca, tam bir müftü idi. Sakalı da epeyce uzundu. Saçların çoğu dökülmüştü. Bir espiri yapayım dedim.
-Kızım, şöyle iyi bak. Hoca Efendi mi yaşlı, ben mi? Diye sordum.
Kızcağız, Süleyman Hoca'nın saçına, sakalına bakınca cevabı netleşti.
-Bu amca, sizden beş yaş daha büyük olsa gerek, dedi.
Süleyman Hoca, çıldırdı.
-Kızım, sen ne diyorsun? Bu adam, benim hocam, dedi.
Kız da şaşırdı bu işe. Ama bir kere diyeceğini dedi. Geri dönemedi.
-Ne bileyim; ben öyle sandım, diyebildi.
Öyle ya sadece ders çalışılmıyordu burada. Zaman zaman nükteli, espirili konuşmalar da oluyordu.
Bu öğrenci ile çalışmalarımızı bitirdiğimiz sırada sınıf arkadaşım Ahmet Sezikli, oğlu Ubeydullah ile beraber geldiler. Ahmet Sezikli, o yıllarda sanıyorum Bursa İlahiyat Fakültesi'nde İslam Tarihi hocasıydı. Oğlu da bu fakültede hazırlık sınıfındaymış. Arapça'dan bütünlemeye kalmış. Hocası da Hulusi Kılıç imiş.
Prof. Hulisi Kılıç'ı Konya'dan tanıyorum. Öğrenciliğimiz yıllarında Konya Yüksek İslam Enstitüsü'nde Arapça asistanıydı. Konusuna hakimdi. Hocalığı döneminde tavizsiz davranışıyla ün salmış, Bursalı öğrencilerin en çok çekindiği hoca haline gelmiş. Ubeydullah'a da "Babam burada hoca… Ben nasıl olsa geçerim diye düşünme. Çalışırsan, bilirsen geçersin" demiş. O da hocadan korkmuş, dersten yılmış.  Bir türlü başarılı olamamış. Babası da bu durumu bildiği için çalışması gerektiğini düşünmüş. Yaz tatilinde bunu kim çalıştırabilir derken aklına ben gelmişim.
Ahmet Sezikli, Çorum İmam Hatip Okulu'ndan yedi yıllık sınıf arkadaşımdı. Birlikte pek çok anılarımız vardı. Ricasını geri çeviremezdim. Olur, dedim.
Ubeydullah Sezikli ile başladık çalışmaya. Önce grameri halledelim dedik. O yıllardan benim "Arapça Kelime ve Cümle Yapısı" diye bir gramer kitapçığım vardı. Fotokopi halindeydi. Sarf-Nah'u kitabının basitleştirilmiş şekliydi. Bir ay boyunca sabah dokuzdan on bire kadar onu okuttum. Konular sade dille ve basit anlatımla aktarıldığı için Ubeydullah bir şey anlamaya başladı. Sonra birkaç metin üzerinde uygulama yaptık. Bellei bir kıvama geldi. Artık konuları anlamaya başladığını söyledi. İmtihan zamanı yaklaşmıştı. Bursa'ya gitmek zorundaydı.
Sınava girdiğinde Hulusi Hoca, Ubeydullah'tan hiçbir şey bekleniyormuş. Aynı vaziyette geleceğini tahmin ediyormuş. Fakat Ubeydullah, sorulara rahat cevap vermiş. Saif yönünden bu kelimeler ne olur deyince cevabı yapıştırmış. Cümle tahlili ve irabında da durumu iyi.
Hoca:
-Seni buradaki hangi hoca çalıştırdı, diye sormuş. O da:
-Buradaki hocalardan ders almadım, deyince merakla:
-Seni bu kadar kısa sürede kim bu kadar iyi hazırladı, diye sormuş, O da:
-Çorum'da babamın bir arkadaşı vardı. O çalıştırdı, demiş.
-Kimmiş o?
-Tanımazsınız. İmam Hatip Okulu'nda Arapça hocası Ethem Erkoç…
-Tanırım, hem de iyi tanırım. Desene Emsile-i Muhtelife'yi de ondan öğrendin.
-Evet hocam.
-Evladım, biz senden çok bir şey istemiyorduk ki… Haydi çık geçtin.
İmtigan orada birmiş. Ubeydullah'ın engeli ortadan kalkmış Bir başka ifadeyle ufku açılmış.
Ubeydullah 1998 yılında Bursa İlahiyat Fakültesi'ni bitirince önce Çorum İlahiyat Fakültesi'nde Dini Musiki asistanı olarak göreve başladı. Baba, Ubdeydullah, yanından ayırmak istemiyordu. Ama onun gönlü İstanbul'daydı. O sırada Çorum İlahiyat Fakültesi'nde dekan yardımcısı olan Dr. Ahmet Sezikli, onu yanında tutmaya çabalıyordu. Bir gün bana açıldı:
-Ubeydullah, burada işe başladı. Ama İstanbul'a gitmek istiyor. Bu yüzden aramızda anlaşmazlık var, dedi.
Ben de:
-Ubeydullah'ın sesi iyi. Makama hakim. Çorum'da söner gider. Ne uzar, ne kısalır. Onun yeri İstanbul. Orada kendini geliştirir. Çevre edinir. Musiki'nin merkezinden Türkiye'ye hitap eder. Bırak çocuğu. Onun ufku açık. Kendisini gösterebileceği ortamı kendi bulur. Onu da Çorum'a hapsetme, dedim.
Sezikli'nin bu hoşuna gitmese de sonuç öyle oldu. Ubeydullah İstanbul  İlahiyat Fakültesi Türk Dini Musikisi hocası olarak tayinin yaptırdı. Sonuç, dediğim gibi oldu. Ubeydullah, orada doktorasını yaptı. Balkan musikisi konusunda dünyaya sesini duyurdu. Merhum Hacı Recep Camcı hocamızın musiki hayatını ve ilahilerini kitaplaştırdım.
Doçent unvanını aldı. Ardından profesör oldu. Şu anda İstanbul'da bir ilahiyat fakültesinde hizmet ediyor.
Demek ki bir kimsenin önündeki engel kalkınca böyle oluyormuş. Ubeydullah da bunun kıymetini bilenlerdendir.
Bizler, öğrencilerimizin başarılarından dolayı daima mutlu oluyoruz. Ubeydullah da başarıyla beni hep mutlu etmiştir.