Literatürde Tanrı Yahova'nın Hz. İbrahim soyundan gelenlere vermeyi vaad ettiği yerler anlamında kullanılan Arz-I Mev'ud, son günlerde çokça tartışılmaya başladı. Zira İsrail Başbakanı Netenyahu'nun Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda İsrail toprakları olarak gösterdiği yerler, bugünkü devlet sınırlarını değil de gelecekteki hedefi olan arz-I mev'udu gösteriyordu.
Arz-I Mev'ud, Yahudilerin Kızıl Elması durumundadır. Arz-I Mev'udun kuzey sınırı, Ahd-I Atik'te Lübnan dağları olarak belirtilmiştir. Ancak bu sınır, ideal ölçülere gore yani hedef bölge olarak Fırat'a kadar uzatılmaktadır.
Tekvin 15. Bab'da 18-21. Ayetlerde Tanrı Yahova: "Musa'ya söylediğim gibi ayağınızın tabanının basacağı her yeri size verdim. Sınırınız çölden ve bu Lübnan'dan büyük ırmağa, Fırat ırmağına kadar, Hittilerin bütün diyarı ve gün batısına doğru büyük denize kadar olacaktır." (Yeşu 1/3-5) demiştir.
Tekvin kitabında Mısır ırmağından (Nil'den) Fırat ırmağına kadar bölgeleri Yahudi soyundan gelenlere verildiği zikredilmektedir. (Bak: Tekvin 15(18-21) Ancak bu vaadin gerçekleşmesi, Yahudilerin Tevrat şeriatına bağlılığı, Allah'ın emirlerine ve kanunlarına bağlılıkları doğrultusunda ve ölçüsünde mümkün olacaktır. (Bak: Tekvin 26/2-5, çıkış 19/24, Levililer 26/12, çıkış 19/5-6)
Tevrat'a gore bu ahdin şartlarına uyulmadığı, Rabbin emirleri yerine getirilmediği, şeriatındaki emirler tutulmadığı takdirde başlarına her türlü felaket gelecektir. Rab Yahova, onlardan nefret edip onlara karşı öfkeyle yürüyecek, mülk edinmek için girdikleri diyardan koparılacaklardır. (Tesniye 28/63)
Yüce Allah'ın vaadi hakdır, uyarıları gerçektir. Uyulması şarttır. Bütün kutsal kitaplarda böyledir.
İsrail oğulları, Hz. Davut ve Hz. Süleyman dönemlerinde Kudüs bölgesinde güçlü ve huzurlu bir hayat yaşamışlardır. Sonrasında İsrail krallarının putperestliğe meyletmeleri ve halkın yoldan çıkması, peygamberlerine bile zulmetleri gibi sebeplerle Kudüs'ün başına felaketler gelmiştir. Kral Yehoyakim zamanında Babil Kralı Buhtunnasr Kudüs'e girerek kralı emir altına almış, pek çok insanla birlikte mabedin değerli eşyalarını da götürmüştür.
Üç yıl sonar Kudüs'teki Yahudi kralını yeniden isyan etmesi üzerine 597'de Kudüs'e giren Buhtunnasi, bu defa mabedin kalan eşyalarıyla birlikte yeni Kral Yehoyakin'I de Babil'e götürmüş, onun yerine Tsedekiya'yı kral yapmıştır.
On yıl sonar Tsedekiya'nın saltanat döneminde Buhtunnasr, üçüncü kez Kudüs'e yürümüş ve şehri kuşatmıştır. Behirde korkunç bir açlık göstermiş ve nihayet şehir düşmüştür. Buhtunnasr, mabed ve saray dahil olmak üzere bütün şehri ateşe vermiştir. Duvarlar bile yıkılmıştır. Halkın büyük bir kısmı sürgün edilmiştir.
Yahudiler, tekrar Kudüs'te toplanmaya çalışmışlarda da Babil esaretinden sonar Pers işgaline uğramışlardır. Sonra Makedonyalı Büyük İskender, şehri almıştır. Ardından Mısırlı Ptolemaloslar gelmişler, bir sure Selefkiler şehre hakim olmuştur.
M.Ö. 168'de Antiokhos IV. Epishanes, Kudüs'ü işgal etmiş, mabedi Yunan tanrılarının heykelleriyle doldurmuştur.
Helenistik dönemde M.Ö. 63 yılında Pompeus, Kudus'ü işgal etmiştir. Crassus da mabedi yağmalatmıştır.
Romalılar ise Kudüs harebeleri üzerine yeni bir putperest şehir kurmaya çalışmışlar, hatta Afrodit mabedi inşa etmişlerdir.
İmparator Konstantinos döneminde buralara Hıristiyanlık hakim olunca Merkad-I İsa Kilisesi inşa ettirilmiştir.
Bundan sonar Kudüs, 50 yıl harabe halinde kalmıştır. Nihayet milattan once 538'de şehre dönen Zerubabel, orada mabedin temellerini yeniden atmış. M.Ö. 444 yılına doğru Nehenya da Musa şeriatının otoritesini yeniden tesis ederek Kudüs'ü Yahudiliğin dini merkezi haline getirmiştir.
Yıllar sonar Hz. Ömer döneminde M.S. 638'de Kudüs, İslam hakimiyetine geçmiştir. Uzun sure huzur içinde yaşamıştır. Ancak 11. Yüzyılda Kudüs'ü müslümanların elinden alabilmek için Haçlı Seferleri başlatılmıştır. Hatta burada (1099-1187) yılları arasında müslümanların kanları üzerine bir Frenk Krallığı bile kurulmuştur. Ancak Selahattin Eyyubi, 1187 Eylül'ünde bu krallığa son vererek Kudüs'ü tekrar İslam beldesi haline getirmiştir.
Yahudiler, tarihte hiç bir zaman sakin ve huzurlu bir hayatı tercih etmemişlerdir. Bulundukları yerlerde para gücüyle devletlere yön vermeye çalışmışlardır. Bu yüzden 15. Asırda İspanya'da Katoliklerin hışmına uğramışlardır. Burada gemilere doldurulan Yahudiler, Akdeniz'e salınmışlardır. Onları kimse Kabul etmemiştir. II. Beyazıt, onlara şefkat elini uzatıp himayesine almıştır. Büyük bir kısmını Selanik ve İstanbul'a yerleşmiştir.
Osmanlı Devleti'nin sınırları içinde Yahudiler, ticaret yapmışlar ve kısa sürede zengin olmuşlardır. Yahudi sarraflari altın ve gümüş paranın ayarıyla oynayarak, yani tağşiş yaparak zamanla ülke çapında enflasyona sebep olmuşlardır. Bu arada para gücünü kullanarak devlet adamlarına yaklaşmışlardır. 17. Yüzyüldan itibaren once Selanik'te, ardından payitahtta gizli teşkilatlar kurmuşlardır. Tıbbiye ve askeriyeye sızmayı başarmışlar, hatta Masonluğu saraya kadar sokmuşlardır.
Aynı dönemde Avrupa'da sanayi devrimi başlamıştı. Yahudi zenginler ve işadamları Avrupa'daki fabrikaları ele geçirdiler. Bütün Avrupa'nın sahibi gibi hareket etmeye başladılar. Buna tepki olarak Nazizim ve Faşizim hortladı. Almanya2da Hitler, İtalya'da Musollini iktidarı ele geçirdi. Müthiş Yahudi düşmanlığı gelişti. Ancak Avrupa'da Yahudi soyundan gelmeyen Musevilerin cesetleri üzerinden İsrail'in kuruluş fikri ortaya çıktı.
İsviçre'nin Basel şehrinde Theodor Herz'in öncülüğünde teşkilatlanan bu fikir, Filistin'e dönüşü öngörüyordu. Önce Filistin bölgesinden bir çiftliklik yer satın alarak orada bir koloni oluşturacaklardı. Sonra Tanrı'nın vaad ettiği topraklara doğru genişleyeceklerdi.
İlk defa II. Abdülhamit, "Vatan toprağı parayla satılmaz" diyerek buna engel olmuştu. Kızıl Sultan denilmesinin temel gerekçesi de bu idi. İngiliz siyasetiyle Osmanlı'nın yıkılışından sonar işe bir çiftliklik araziyle başladılar. Genişledikçe genişlediler. Bazı yerleri parayla, çok yeri de işgalle ele geçirdiler.
Nihayet batının ve ABD'nin, bir başka ifadeyle Yahudi ve Haçlı ittifakının gayretleriyle 1948 yılında devlet oldular. Kendilerine gösterilen yerde İsrail ve Filistin diye iki devlet olarak yaşamak şartıyla Birleşmiş Millet Teşkilatı'na da üye oldular. O tarihten beri siyan yıldızlı bayraklarını orada dalgalandırıyorlar. Kuzey ve güney sınırlarını gösteren iki mavi çizgi de Arz-I Mev'udu işaret ediyor.
Alttaki mavi çizgi Nil'I gösteriyor demiştik. Nil, Afrika'nın ortalarından çıkıyor, Tanganyika, Uganda, Sudan'dan geçip Mısır'ın kuzeyinde Akdeniz'e ddökülüyor. Önceleri hiç aklıma gelmezdi; Uganda Devlet Başkanı'da Amin (yd/Bayram Emin) ve sudan Devlet Başkanı Ömer el- Beşir'I bize dictator ve zalim diye tanıtıyorlardı. Her ikisini de iktidardan uzaklaştırdılar. Hatta Sudan'ı ikiye böldüler. Mısır'da hep ABD ve Yahudi dostu iktidarlar desteklendi. Bütün bunlar, demokrasi için yapılıyor dendi. Halbuki Arz-I Mev'udun önündeki engelleri kaldırmak için yapılıyormuş.
İsrail bayrağının yukarısındaki çizgi de Fırat Nehri'ni gösteriyor. Yani Fırat'ın doğduğu topraklardan denize döküldüğü Basra Körfezi'ne kadar o geniş bölgeyi Arz-I Mev'ud sınırlarında görüyorlar. Bilindiği üzere Fırat Nehri'nin Karasu kolu, Erzurum'un kuzayinden doğar, Erzincan'dan geçer. Murat kolu ise Van Gölü'nün kuzeyinden doğar, Munzur Çayını da alarak Keban Barajı'nda Karasu ile birleşir. Güneydoğu Toroslardan geçerek Cerablus yakınlarında Suriye topraklarına girer. Suriye'nin kuzeybatısından güneydoğu istikametinde ilerleyerek Irak geçer. Orada Dicle ile birleşerek Şattülarap adıyla Basra Körfezi'ne dökülür.
Onun içindir ki Irak ve Suriye'de sürekli istikrarsızlık hakim. Topraklarında terror örgütleri cirit atıyor. İleride oluşturulacak Arz-I Mev'ud'a zemin hazırlanıyor.
Türkiye'de Yahudi'nin hedefindeki bölge ve şehirler de Fırat'la irtibatlı olarak bellidir. Erzurum, Erzincan, Van, ağrı, elazığ, Muş, Adıyaman, Diyarbakır, Şanlıurfa, Gaziantep, Kilis… başta olmak üzere geniş bir coğrafyayı ilgilendiriyor. Buraların istikrarsızlaşması için de başra PKK olmak üzere bölücü örgütler cirit atıyor. Önde ABD olsa da fikir planında hep İsrail yatıyor. Hedef; Yahudi dostu bir devlet kurarark ittifak yaparak Türkiye'yi tehdit etmek.
Görünüşte Gazze ve Lübnan, bir başka ifadeyle Hamas ve Hizbullah'la savaşıyor. Hem de hiç bir yasa, kural tanımadan. Mesela Gazze'de şehit edilenlerin yarısı çocuk, kalanın çoğu da kadın. Yaralıların yarısının ya kolu kopmuş, ya bacağı… Öksüz, yetim, dul kadın… Ev yok, bark yok, yiyecek yok, barınacak yer yok. Okul, hastane, cami, mabed yok. Tepeden atılan bombalar, yüz bin tonu geçmiş. Uygar olduklarını iddia eden Batı ve ABD, bu zulüm ve işkencenin destekçisi, finansörü ve şakşakçısı…
Zulüm ile hiç bir millet abad olmaz. Tevrat'ta bile Rabbin emirlerini yerine getirmeyen, (öldürmeyin ermine rağmen soykırım derecesinde insane öldüren, hiç bir canlıya acımayan) ve Tanrı Yahovanın şeriatındaki emirleri tutmayan İsrail Yahudilerin başlarına her türlü bela geleceği, ellerindeki bütün imkanların ve mülklerin yok olacağı beyan edilmiştir.
Siyonizm hareketin ortaya çıkış sebebi de Yahudi Devleti kurmak ve Arz-I Mev'ud hedeflerine ulaşmaktadır. Ancak Cenab-I Hak, hiç bir beldeyi belli ırka mensup olan kullarına değil, salih kullarına vaad etmiştir. (Bak: Enbiya-105)
Ancak öncelikle işlenen zulmü, akan kanı durdurmak lazım. Bu, şimdiki dünya düzenini kuran Birleşmiş Milletler teşkilatı ile mümküm görülmemektedir. Mazlum milletlerin kuracakları güç birliği ile bir direniş örneği ortaya koymak zorundalar. Üzerine oölü toprağı serpilmiş. Onca İslam ülkesinin haşmetli hükümdarları, neden bir araya gelemiyorlar? Bu seyrettikleri pragmandan mı korkuyorlar? Yoksa krallıklarının ellerinden gitmelerinden mi?
Korkunun ecele bir engeli yok. Bir an once ayağa kalkıp birlikte yeni bir cephe oluşturmak gerek. Yoksa bir gün sıra onlara da gelebilir.