Yirminci yüzyılda Kapitalist, Marksist ve Güdümlü (Karma) ekonomiden söz edilirdi.
Doksanlı yıllara kadar bu taksim geçerli idi. Ancak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nde Mikhail Gorbaçov'ın 1986'da ortaya attığı Glasnost (Açıklık) ve Prestrojka (Yeniden yapılanma) ilkeleriyle ortaya çıkışı, dünyadaki ekonomik dengeleri ve sistemleri temelden sarstı. Bu, Sovyetler Birliği'nin dağılışına yol açtı.
Önce Litvanya, Letonya ve Estonya bağımsızlığını ilan etti. 89-90 yıllarında Sovyet Cumhuriyetleri taker taker bağımsızlıklarını ilan ederek dağılma süreci devam etti. 1991 yılında Rusya, Beyaz Rusya ve Ukrayna'nın katılımıyla Bağımsız Devletler Topluluğu kuruldu. Bu dönemde Türk Cumhuriyetleri de bağımsızlıklarını ilan etme fırsatı buldu. Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından 1991 yılında Varşo paktının da dağılma süreci başladı. Buradan ayrılan Avrupa ülkeleri, daha sonar Kuzey Atlantik Asamblesi (Nato)ya katıldı. Komünist blok böylece çöktü. Çin de kendisini değiştirmek zorunda kaldı.
Böylelikle iktisadi ve siyasi alanda güç, capitalist sistemin egemenliğine geçmeye başladı. O zaman kadar sadece ekonomik faaliyetler içinde yer almış gibi görünen çok uluslu şirketler, dünya siyasetine yön vermeye aşamasına geçti.
Eski komünist dünyada devlet elinde olan mülkler ve şirketler, sembolik fiyatlarla özel şahıslara devredilir oldu. Kapitalist system, dünya ekonomisinde tek söz sahibi olma düzeyine yükseldi. Bu dönemde Henry Kissinger'in "Petrolü control edersen ulusları control edersin. Yiyeceği control edersen tüm insanları control edersin." Sözü, küreselcilerin rehberi oldu.
Küreselleşme kurgusu ile hazırlanan ve zaman zaman dini motiflerle desteklenen bu fantastic senaryolar, ulusal sınırların kaldırıldığı tek bir dünya devlerini öngörmektedir. Bu dünya devletinde tek bir dini ve sanal ekonomik sistemin olması düşünülmektedir.
Bu sistemde sınırları belirli devletler kalmayacak. Var görünenler de yerel yönetimler ve yerel meclisler boyutunu geçemeyecek. Tek bir devlet, tek bir ordu, tek bir para birimi dünyayı yönetecek. Ulusal sınırlara ve pasaportlara gerek kalmayacak.
Küreselcilerin bu hedeflerine karşı dünyada tabandan gelen güçlü bir direniş var. Her ülke bağımsızlığını koruma savaşı veriyor. Her millet özgürlük kavgasının peşinde. Yani küreselciliğe karşı ulusalcılık cephesi de güçlü direniş gösteriyor.
ABD'de Siyonist ve Avenjelistlerin öncülük yaptığı küreselleşmeye karşı ulusalcıların güçlü direnişi kendisini hissettiriyor. Hatta bu kavfa, dünyanın jandarmalığına soyunan bu ülkenin parçalanmasına ve iç savaşa yol açacak kadar büyük kavgaların işaret fişeği gibi görünüyor.
Sovyetlerin dağılması ve Rusya'nın yanı sıra Çin'in bile kapitalistleşmesi, dünyada yeni bir iktisadi system ve yeni bir blokun ortaya çıkmasına imkan verir hale geldi. Sosyoloji bunu söylese de dünyada şu anda böyle bir yeni ekolün boy göstermesi beklenmiyor.
Bunu iki milyar nüfusa, dünyanın ekonomik kaynaklarının %40'ına, arazisinin de üçte birine sahip olan İslam Dünyasından beklemek mümkün. Ancak yöneticilerinin çoğunluğunun ipi batı blokunun elinde olan İslam Devletleri, bir araya gelip de elindeki potansiyeli kullanabilecek durumda değiller. Büyük çoğunluğu dünya patron ne derse onun peşindeler. Varlıklarını koruyabileceklerine şükredip oturuyorlar.
Bizler, bu kavgayı seyretmekle yetiniyoruz. Onlar ne yaparlarsa yapsınlar biz kendi düzenimizi kurmalıyız, anlayışına bir türlü yaklaşamıyoruz. Yahut kendimizde bu gücü hissetmiyoruz. Hiç değilse bu idealle yola çıkan bir kadro hareketi de görmüyoruz. Mevcut sistemi yamalayarak idare etme arzusundan öte ilkeli bir anlayış geliştirmiyoruz.
Ama umuyorum ki o da bir gün gündeme gelecek ve hayata geçecektir. Zira tek kutuplu dünyadan sonar varılacak yer ve uygulanacak çare odur.