1970 yılında Bursa İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'ne kayıt yaptırdım ama devam mecburiyeti olan Konya Yüksek İslam Enstitüsü'nü ihmal edemezdim. Ancak her dönem rapor alarak Bursa'ya da gidebiliyordum.

Kitapları, ders notlarını Bursa'daki arkadaşlar alıp gönderiyorlardı. Ben de onlardan çalışarak derslere hazırlanıyordum. Birinci sınıfın ikinci döneminde yine rapor alarak Bursa'ya gittim. Biraz da Akademi'ye devam etmek istedim. Orada kalarak yer düşünürken bir arkadaşım Altıparmak'ta özel yurt olduğunu, orada kalabileceğimi söyledi. Ben de valizimi oraya attım, boş bir ranzaya uzandım. Sakin zamanlarda orada çalışıyordum. Gürültülü dönemlerde ise İl Halk Kütüphanesi'ne gidiyordum.

12 Mart dönemiydi. Sıkı yönetim vardı. Gece sokağa çıkma yasağı da olduğu için sıkıntı çekiyorduk. Böyle bir ortamda Akademideki derslere devam ediyordum. Dersler bana pek zor gelmiyordu. Kitaplardan çalışarak konuları kavrayabiliyordum.

Bu halimi fark eden sınıf arkadaşım Adanalı Arif, bana Kambiyo Hesapları'nı anlat diye ısrar ediyordu. Ders takip etmesine rağmen hiçbir şey anlamadığını söylüyordu. Bense kitap okuyarak konuyu iyi kavramıştım. Olur, dedim. Onun kaldığı otelde ikindiden sonra buluştuk. Kambiyo Hesapları'nı çalıştık. İkinci günü akşamı izin isteyip ayrılacağım sırada Arif: "Gitme, kal" dedi. "Bana bu kadar iyilik yaptın. Ben de sana bir ikramda bulunmak istiyorum."

Ben de merakla bekledim ne diyeceğini. Lokanta veya pastahaneden söz edeceğini sandım. "Bu akşam kendim için bir kadın sipariş ettim. Yandaki oda boş; bir de senin için getirteyim" demez mi, başımdan kaynar su dökülmüş gibi oldum.

"Ben, o yolun yolcusu değilim" deyip ayağa kalktım. Ama Arif ısrar ediyordu. Ona da bir sor yönelttim: "Sen evlendiğin kadının bakire olmasını ister misin?" Bu soru, onu çıldırttı. "Ne yani, ben dürzü müyüm?" diyerek çıkıştı. "Elbette evlendiğim kızın bakire olmasını isterim…" dedi.

Ben de "Sen bakir değilsin ki bakire istiyorsun" deyince çok zoruna gitti. Ağır tepkiler verdi. Biraz tartıştık. Oradan ayrıldım, bir daha o otele hiç uğramadım.

Otelden ayrılınca bir lokantada karnımı doyurup yurda çıktım. Ortam biraz sakindi. Oturup ders çalışabildim. Sonra istirahate çekildim. Yurtta kalışımın onuncu günü sabahında bir gürültüyle uyandım. Baktım ki bizim odada altı yedi yaşlarında bir kız çocuğu. Önüne kraker, bisküvi, simit, gazoz koymuşlar. Onu oyalamaya çalışıyorlar.

Bu kim, dedim. Arkadaşlar, "Garajda annesiyle birlikte dolaşıyorlardı. Garibanları alıp getirdik" dediler. Annesinin nerede olduğunu sordum. Onlar da yan odada olduğunu söylediler. Konuşmalarından anladım ki onlar çocuğu oyalıyorlar, diğerleri de sırayla annesine tecavüz ediyorlar. Sizin garibana yardım anlayışınız bu mu deyip bağırdım. "Halbuki aramızda para toplayıp ona verseydik, insani bir davranışta bulunmuş olurduk" dedim.

Bunlara söz kar etmeyecekti. Olaya engel olmam imkansızdı. Ben de valizimi toplayıp o ortamdan uzaklaşmaya karar verdim. Oradaki arkadaşlar ise "Sıran gelince sen de yaparsın. Paran yoksa, senden de para almayız" diyorlardı.

"Zina, haram, günah" gibi sözlerin onların yanında hiçbir anlamı yoktu. Gözlerine şöyle bir baktım ve hiçbir şey söylemeye gerek duymadan o ortamdan kaçtım. Doğru Zekeriya Yılmazgöz arkadaşımın evine gittim. Vaziyeti ona olduğu gibi anlattım. O gece orada misafir kaldım.

Döndüğümde arkadaşların her birinden farklı bir sitem işittim. Erkek olup olmadığım bile sorgulandı. Paran yoksa senden para almazdık dedik, yine kaçtın diye çıkıştılar. Daha neler neler…

İki gün içinde iki kere kadınla imtihan oldum. Rabbim beni nefsimin esiri etmeyip korudu. Yusuf (as) kıssasını bir kere daha okudum. Beni bu belalardan koruyan Yüce Yaratan'ıma tekrar tekrar hamd ettim.