Bir süre önce Anadolu Üniversitesi sınavlarında görev aldım. Bunun için belirlenen sınav yeri olan İlâhiyat Fakültesi binasını bulmam gerekti. Görünen o ki baş döndürücü bir hızla gelişen ama bir yandan da olanca çarpıklığıyla görüntü kirliliğine dönüşen şehrimiz imar yapılanmasından, üniversitemiz de nasibini almıştı. Zira avuç kadar şehrin dört bir tarafına savrulan koca ilim yuvası, savrulduğu mecralarda bulunamıyor ve ulaşılamıyordu. Tüm bu size anlatmaya çalıştığım düşüncelerim İlâhiyat fakültesini ararken oluştu.
İş bu hatıra Hitit Üniversitesi Kuzey Kampüsü'nü aramakla başladı. Kampüsün ait olduğu konum, teknolojik imkânlarla da rahatlıkla görülebiliyordu. Yine de ben, yerini bizzat tespit etmiş birkaç arkadaşa sordum. İlâhiyat Fakültesinin eski yerinden taşınmış olduğunu birçokları bilmesine rağmen, yeni yeri ile ilgili tam bir bilgiye ulaşamadım. Elimdeki tek veri olan "Kuzey Kampüsü" başlığına güvenerek yola çıktım. Hele oraya bir varayım gerisi kolay dedim. İlâhiyat… Yanına yamacına gelsem, havası iklimi değişecek, elimle koymuş gibi bulacaktım… Başka türlüsü düşünülemezdi.
Kuzey Kampüsü nizamiyesinde görevli kimse yoktu. Kontrolsüz nizamiyeyi geçince bir inşaat sahasına girdiğimi düşündüm. Her adım başı, baret takma levhası çıksa karşıma, yanlış olmazdı. Zira her an kafama bir yerlerden bir şeyler düşmesi mümkündü. Gözüm binalarda tabela arıyordu. Beni, aradığım mekâna yönlendirecek tabelayı… Boynu yere bükülmüş ve zar zor ayakta duran rektörlük ve mühendislik birimi tabelalarını görüp, ilâhiyatı da birazdan görürüm diye yola devam ettim. Küçük bir tur attıktan sonra umutsuzca sağa sola bakınmaya koyuldum. Benim gibi özel arabası ile sınav görevi için gelen birçokları da aynı arayıştaydılar. Etrafta yeni tamamlanmış birkaç modern bina görmekle birlikte, içlerinde ne barındırdıklarını, neye hizmet ettiklerini anlayacak hiçbir ibare yoktu!
Biraz ileride, yokuşun düzlüğe kavuştuğu yerde kavşak ve kavşağı kapatmış bir kepçe duruyordu. Uzaktan bakıldığında kepçenin, yukarı kalkmış ağız kısmıyla bir küheylana benzediğini düşündüm. Yolunu kaybetmiş talihsizlerden birisi kepçe operatörüne yol soruyordu. Ben de kulak kesildim. Operatör, buralar benden sorulur edasıyla, tarif hareketleri yapıyordu. Ne yaptığını bilen bir adama benziyordu. Arayanlar ekibinde tarif sırası bana gelmişti. Emin konuşması beni ikna etti. Ağzımdan İlâhiyat kelimesi çıkmasıyla, operatörün elini ok şeklinde kaldırması ve bana istikameti göstermesi bir oldu. Evet! Adamın asıl işi buydu… Tabi ya! Ne kadar da safım dedim kendi kendime… Muazzam binaların konuşlandığı güzide ilim irfan yuvası, bulunduğu yerde parlamaz mı? Kendini göstermez mi? Hadi burnum koku almıyor, havasını da hissetmiyor! Görmek, görebilmek marifet… Tabelaya ne hacet! Belki de Allah muhafaza, imanım eksikti! Mübarek okul geldiğimi hissetmiş, kendini gizlemişti bulamayım diye. Babamın da başına buna benzer bir şey geldiğini hatırladım. Şeyh olan dedelerine, sağlığında gereken ilgi alâkayı göstermemişler ve daha sonra kabrine giden yolda onları istememiş, yanına yamacına yaklaştırmamıştı. Türbe civarında müthiş bir dolu yağışı olmuş, arabaları geri dönmek zorunda kalmıştı. Benim bulamayışım da böyle bir şeydi. Evet! Kesin böyle bir şeydi…
Ultra modern, süper yapının kapısından girerken, halâ hangi bölüme geldiğimin farkında değildim. Girişteki görevlilere "Burası İlâhiyat mı?" diye soramıyordum. "Koskoca öğretmen olmuşsun bir binayı bulamıyorsun" derler diye… Görevli kabul noktasına kadar koridor boyu yürüdüm. Duvarlarda bir elif ya da bir vav görürüm belki diye bakındım durdum. Öyle ya! İlâhiyatın olduğu yerde sanat mutlaka olmalıydı. Zarafet, incelik, nezaket, hassasiyet, tevazu, sadelik, güzellik… Bu kavramlar duvarından, merdiveninden, badanasından fışkırır diye düşündüm. Aradım…
Koridorun sonuna doğru geldiğimde, bulunduğum binanın bir İlâhiyat fakültesi olduğuna dair ilk somut görüntüyü aldım. Bu bir mescitti. Umutlandım. Evet! Nihayet bulmuştum. Kepçe operatörü doğru söylemiş, onca insanı doğru yönlendirmişti. Helâl olsun! Bu devirde işini lâyığıyla yapan insan bulmak zordu. Çıkışta görürsem ayrıca teşekkür ederim diye düşündüm.
Görevli kabul kısmında üç görevli vardı. Boyunlarına asılı kimlik kartlarından kim olduklarını anlamak hiç zor olmadı. Ortada oturanın ismine, özellikle isminin önündeki unvana dikkatle baksam, nizamiyeden bile görebilirdim.
Dedim ya! Görmek görebilmek marifet…