Rumeli neresidir? Sınır menbaı nerede başlar; nerede son bulur? Rumeli isminin kaynağı nedir? Zamana ve mekâna göre sınırları değişmekte midir? Bu sorulara cevap verirken kültürel coğrafyayı referans almamız gerekmektedir. Her ne kadar kültürel coğrafya penceresinden Rumeli'ye bakmayı yeğlesek de siyasi coğrafyanın kıskacında kaldığımızı ve hatta bu sorulara cevap aramamıza sebep olan argümanın yine siyasi/ideolojik yaklaşımlar olduğunu belirtmemiz elzemdir. 
Hem Maria Todorova gibi Bulgar milliyetçisi yazarlar, hem de Mark Mozewer, Donald Quataert, Andrew Baruch Wachtel gibi Balkanlar özelinde Osmanlı'yı çalışan araştırmacılar "Balkan" isminin ilk defa Osmanlı tarafından kullanıldığını, ilk kullanımından günümüze kadar ismin değişmediğini gerek kitaplarında gerekse akademik çalışmalarında açıkça yazmışlardı. 
Yeri gelmişken hatırlatalım: Balkan kavramının/adının kelime karşılığı; "dağlık, ağaçlık yer ve/veya ormanlarla kaplı dağ" anlamına gelmektedir. Osmanlı, Rumeli bölgesini ifade ederken bu topraklara "Balkan/lar" demişti. 
Batılı devletler (sömürgeciler) Balkan ismini değiştirmek yerine yozlaştırmayı tercih ederek, Osmanlı'nın isimlendirdiği bu coğrafyayı kötü çağrışımlara mahkûm ettiler. Yukarıda da ismini zikrettiğim yazarlardan birçoğu Balkan kelimesinin Türkçe olduğunu kabul etmekteler ancak kelime karşılığını "kan, gözyaşı, kavga, kaos, çatışma, kriz, savaş" gibi anlamlarla kullanmaktalar. 
Rahmetli Halil İnalcık ise Rumeli'yi tanımlarken; "Osmanlılar'ın Balkan yarımadasına verdikleri coğrafi isim ve bu bölgeyi içerisine alan eyalet. Bizanslılar'ın kendileri ve ülkeleri için kullandıkları Romaioi, Romania kelimeleri İslâm dünyasında onların Rum, Doğu Roma İmparatorluğu, ülkesinin de "bilâdü'r-Rûm" veya "memleketü'r-Rûm" şeklinde tanımlamasına yol açmış, bu tabirler Anadolu'nun Türk-İslâm hâkimiyeti altına girmesinden sonra Rum ismiyle Bizans idaresinden bulunmuş Anadolu'yu gösteren bir coğrafi ad olarak yaygınlaşmıştır." şeklinde belirtmişti.
Yine birçok Balkan araştırmacısı ya da Osmanlı tarihçisi Balkan toprakları için bir tanımlama yaparken bu bölgeye "Rumeli-i Şahane, Avrupa-i Osmani, Türkiye'nin Avrupa toprakları" demişlerdi. Tam bu noktada Halil İnalcık'ın ifade ettiği tanım ve araştırmacıların yaklaşımları tutarlı olmaktadır. Çünkü Rumeli, zaman içerisinde daralan ya da büyüyen sınırları gösteriyordu. Osmanlı, Balkan coğrafyasında ilerledikçe Rumeli olarak ifade ettiği bölge gittiği yere kadar büyümüş, yine Balkanlar'da toprak kaybettikçe kaybettiği topraklardan ziyade elinde kalan toprakların sınırları için kullanılmıştı. Nihayetinde ise Osmanlı'nın Balkanlar'dan çekilmesi ve herhangi bir toprağının kalmamasına rağmen insan bakiyesinden dolayı bölgeye Rumeli olarak baktığını biliyoruz. Hatta Osmanlı Rumeli'yi devlet yapılanmasında o kadar benimsedi ki devlet armasının sol tarafında Rumeli Sancağı'nın bayrağı olan yeşil zemin ve beyaz hilal-yıldızdan oluşan bayrağı kullandı.
Geldiğimiz noktada Batılı devletlerin kavramların içini boşalttığını ifade etmiştik. Ancak bunun da ötesinde "Batılılaşmayı" oryantalist yaklaşımla dayattıklarını gün aşırı yaşıyoruz. Osmanlı'nın tasfiyesini Rumeli'deki insan bakiyesine yapılan zulümler, katliamlar ve sürgünler izlemişti. Balkanlar'ı, Balkanlaşmaya çeviren Batılı güçler Rumeli'de bir tane dahi sorunsuz devlet bırakmadılar. Devletlerin sınırlarından tutun da siyasi yapılanmalarına kadar hemen her alanda devlet kapasitesi eksik bırakıldığı gibi bu eksiliği sürekli zayıflatmaya yol açacak şekilde kurguladılar. 
Avrupa Birliği, ABD, NATO ve EUFOR gibi organizasyonlar Balkan ülkelerinin kaderiyle oynadılar ve oynamaya devam ediyorlar. Bosna-Hersek'te yaşananlar ve sonrasında Dayton Barış Antlaşması (Ateşkesi) ile kurulan siyasal sistem, Bosna-Hersek'e her ne kadar nefes aldırmış gibi görünse de aslında kendilerine bağımlı hale getirdikleri tüm çevrelerin malumudur. Sürekli kriz, çatışma ve savaş ihtimaliyle boğuşan Bosna-Hersek son yapılan Balkanlar Zirvesiyle AB'ye üyelik sürecinde müzakere aşamasına başladı. Yine NATO'nun müdahalesiyle kurulan Kosova, Bosna-Hersek'in kaderini paylaştı.
Soğuk Savaş sürecinde Rusya'ya set çekmek için AB'ye koşulsuz, şartsız kabul edilen Yunanistan ve Bulgaristan "Doğu Balkanlar" olarak lanse edilmişti. Arnavutluk, Bosna-Hersek, Kosova, Kuzey Makedonya, Karadağ ve Sırbistan'a ise "Batı Balkanlar" diyerek aslında Avrupa'nın doğusunda kalan coğrafyaları adlandırdılar. Bizim Rumeli'mize "Batı" sıfatı vererek yeni bir sürece başladılar. 
Batı Balkanlar için Avrupalılaşmayı, Balkanizasyonun alternatifi olarak dayattılar. Yani hem siyasi hem ekonomik hem de kültürel olarak tarumar ettikleri ve savaşın, krizin, çatışmanın merkezi anlamında kullandıkları Balkanları, sırf Rusya ve Çin'den korunmak için Yunanistan ve Bulgaristan gibi birliğe alacaklarını ifade ettiler. Tabi bu ifadenin aynı zamanda koşullara bağlı ödül verme anlamına geldiğini görmemiz gerekmektedir. 
Koşullar içerisinde Avrupa Birliği'nin kriterleri, değerleri(!), olmazsa olmazlarının yanı sıra Türkiye'ye set çekmek de yer aldı. AB Balkanlar Zirvesi'nde Balkan ülkelerine Türkiye'den seyahat edeceklere "vize şartı" önerisi bu koşulların sadece medyaya yansıyan yönüydü. Halbuki Rumeli ismini değersizleştirmek, Balkan kelimesini hala kullanmalarına rağmen bu kullanımı kötü çağrışımlara mahkûm etmek ve kendinden olmayana üstenci yaklaşımla bakmak şöyle dursun, AB'nin tüm argümanlarıyla bölgeyi sömürmesi ciddi bir tezatlığı da gözler önüne serdi.
TİKA, Yunus Emre Enstitüsü, Maarif Vakfı, YTB gibi yumuşak güçlerle Rumeli'de kamu diplomasisi yürüten Türkiye'ye "Neo-Osmanlıcılık" yaptığını ve yayılmacı davrandığını söyleyenler 15.yüzyıldan günümüze hem Osmanlı'nın hem de Türkiye'nin pragmatist değil insan temelli davrandığını görmezden geldiler. Justin McCarty "Ölüm ve Sürgün" isimli kitabında "15.yüzyıl Türkleri hoşgörülü olmasaydı, 19.yüzyıl Türkleri yurtlarında kalmaya devam ederdi." derken aslında AB'nin ithamlarına da cevap veriyordu.
Sonuç olarak, Bizim Rumeli hikayemiz yerine yeni bir kavram geliştiriyorlar: Batı Balkanlar(!) Bu değişim AB şemsiyesi altında şekilleniyor. Bölgede en aktif ülkelerin başında gelen Almanya adına Almanya Şansölyesi Scholz, "Batı Balkan" ülkelerinin AB'ye katılmalarının hem Almanya'nın hem de AB'nin çıkarlarına olacağını söylemesi bölge ülkelerinin AB potasında eritileceğini de gösteriyor.
AB, Rumeli'mize "Batı" diyerek kendi çıkarlarını savunurken diğer taraftan hedef tahtasına koyduğunu açıklamıyor. Rumeli ülkelerinin AB'ye üyeliğinin sonraki durağı NATO kuşatması olacak. Bu durum başta Rusya olmak üzere Batı ve NATO karşıtı güçlerin Rumeli'mizde yeni krizlere sebep olacağına işaret ediyor. 
Rumeli'mizde yaşanacak değişimlere hazır mıyız?
Vesselam…