Erenler meclisinde "Huu" çekercesine yazar söyleriz zaman zaman bu sütunlarda. Hemdem olmak isteriz kıssadan hisse çıkaranlarla. İçmeden sarhoş eden, hüzünle neşeyi kucaklaştıran hasbıhallerdir muradımız.
Ama elbette, ilham melekleri yoklar, Heyheyler gelirse…
Efendim, Hani Hoca Nasreddin bir gün sokak çeşmesinden doldurması için küçük oğlana testiyi verir de, ardından da "sakın ha kırma" diye şakkıdanak bir şamar aşk eyler ya!
Fecaati gören komşu!
Aşkolsun Hoca yakıştı mı şimdi şu yaptığın sana. Hani testiyi kırmış olsa anlayacağımda.
Hoca;
-Kırdıktan sonra neye yarar, sopayı önceden yesin ki sağlam getirsin testiyi… Der.
Şahsen bizim yazdıklarımız da; Hoca Nasreddin'in ki gibi, toplum olarak sağlam kalmak daha mutlu güzel yarınlar için, mürüvvet arifesinde saçları belinde, buğday tenli alımlı Türkmen kızlarının rengarenk ibrişimlerle akça bez üstüne kanaviçe işlemeleri gibi, kafa ve gönülleri, mazideki Müslüman Türk insanın eşsiz hasletleriyle tekrar bezemek dünle bu gün arasına köprü olmak içindir. Zira çocukluk gençlik yıllarımızla bu günün insanını kıyasladığımız da kahrolmakta "Dünyanın sonu mu geldi" diye korkmaktayız adeta.
Yakın tarihimizde kırılan nice testiler içinde neler yoktu ki; Canciğer birlikte gülüp ağlamalı komşuluklar, bir ayağı birbirinde vefalı akrabalıklar, yekdiğerinin uğruna ölümü dahi göze alacak kadar yiğit arkadaşlıklar! Ana baba, büyüğe son derece saygılı fedakar evlatlıklar, en ufak sallantıda kopmayan, bir yere kadar kaderim diye sürdürülen evlilikler, edep ve hayasıyla aşka kaynak mazbut gizemli kadınlar vardı. "Ah bu şarkıların gözü kör olsun" dedirten aaah ah o aşklar…