Liyakat ve Ehliyet, günümüzde en çok dillendirilen iki kavramdır. Bunlar sorumluluk verilecek veya sorumluluk talep eden kişilerde bulunması gereken ve aranacak özelliklerdir. Bu ifadelerin yanına mütevazı, merhametli, hak yemeyen, kibirli olmayan ve halkla iç içe gibi özellikler de eklenir.
Ehliyet; bir işi veya mesuliyeti en iyi bir şekilde yerine getirecek bilgisi ve yeteneği olan kimselerde bulunması gereken bir vasıftır. Ehil olmak statik bir özellik olmayıp, süreklilik gerektirir. Bir kimsenin kendi kendisini ehil görmesi yeterli değildir. Haliyle bir kişiye görev verildiğinde, o şahıs kendisini o işe veremiyorsa başarılı olma şansı yoktur. Vazifeye başladığı dönem itibariyle kendisini dondurmuştur. Dolayısı ile de kısa zamanda ehliyet ve güven duygularını da kaybeder. Liyakat ise; insanların bu iş bu kişinin işidir diyebilmelidir. Anlaşılan o dur ki ehliyet ve liyakat sahibi kişiye, yeterliliğine göre emanet teslim edilmelidir. Akabinde ise taşıyıp taşıyamayacağı takip edilmeli ve gerekli görülür ise de o emanet kendisinden alınmalıdır.
Ehliyet ve liyakat özelliğinin yanına emanet bilincini de eklemek gerekir. Zira görev, tevdi edilen iş emanettir. O işi verilen kişi vazifesini savsaklamamalı ve ihanet etmemelidir. Emin olmak ile iman aynı kökten gelmektedir. Eminlik; Elmalılı merhumun yaklaşımıyla, kendisine maddi veya manevi her hangi bir şeyin gönül rahatlığı ile korkusuz bir şekilde teslim edilebilir ve istendiği zaman eksiksiz alınabilir olmayı ifade eder. Kur'an da "Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder… " (Nisa 58). Hz. Ebu Bekir "Adalet yeryüzünde Allah'ın terazisidir." Hz. Ali ise dünya dört şeyle ayakta durur diyor; "Âlimlerin ilmi, Hükümdarların adaleti, Salihlerin ibadeti ve cömertlerin sahaveti." Bu ayetin tefsirinde merhum Elmalılı Hamdi Yazır şu hatırlatmayı yapar. "Emanetlerin bir garantisi varsa, o da hainlik veya hainlik şüphesi ile emanetin yüce onurunun kırılması veya kaybedilmesi ve emniyet ile vekilliğin garantisinin düşmanlığa dönüşmesidir. Bunun için eminliği kötüye kullananlar Allah'a ve kullarına karşı başkalarının hakkını gasp ederler ve eşkıyalar gibi itibardan düşerler ve dış görünüşe göre olmasa bile, içten kalplerde düşmanlıkla mahkûm olurlar... (Emanet) İster Allah'a ait haklarda ve ister insan hakları, başka bir ifade ile ister genel haklar ve ister özel haklardan insanların emanet zimmetleri ile ilgili fiilî veya sözlü veya inançla ilgili, maddî veya manevî, malî ve malî olmayan hakların hepsini kapsadığı gibi hitabının hükmü de bütün mükellefleri kapsar"
Emanete ihanetin telafisi olmaz, eminliğini kaybedenler, açıkça olmasa bile yüreklerde mahkûm olurlar. Allah ve Resulünün affetmediği çok az şeylerden biriside ihanettir. Bu mahkûmiyet onları eşkıyalar hükmüyle karşı karşıya getirir. Emanete ihanet eden, açıkça söylenmese bile yüreklerde eşkıya olarak tescillenir. Bu nedenle bir işe soyunurken veya talepte bulunurken kişi öncelikle kendi ehliyetini, liyakatini ve emanete sahip çıkma yeterliliğini gözden geçirmelidir. Menfaat, çıkar, hesaplarının, adam kayırmanın, ırk taassubunun yapıldığı yerde hem adaletten söz edilemez hem de işlerin verimli bir şekilde yürümesinden söz edilemez. Hem işin ehline verilmesi gerekir hem de yanlış yapanların yanında durulmaması gerekir. Bir kişiye vazife tevdi edenler, onun emanet karşısındaki yerini, insani özelliklerini, kabiliyet ve becerisini, sosyal ilişkilerini, kişisel hırslarını, o ana kadar onun kimliğini netleştirecek uygulamalarını, duruşunu gözden geçirerek karar vermelidirler.
Dinimizde, ehliyet, liyakat ve emanete ihanet etmemek esastır demek tek başına yeterli değildir. Uygulamalarda bunun ispat edilmesi, toplumun nazarında onaylanması, gözlemlenmesi ve kabul görmesi de gerekir. Mesela biri bir göreve talip olduğunda, görevi çantada keklik olarak görerek, o görevin statüsünü kendisine yeni statüler kazandırmak, çıkar temin ederek maddi veya sosyal alanlar açmak için mi kullanmak istiyor yoksa gerçekten samimi olarak hizmet mi yapmak istiyor? Yine her hangi bir kurumda birilerinin arkasına sığınarak işini veya görevini istismar edenler korunduğu sürece o kurumda işlerin randımanlı bir şekilde yürümesi de beklenemez. Esas olan ise kimsesizlerin kimsesi olmak, adil bir şekilde hem çalışanların hem vatandaşların hem de kamunun hak ve menfaatlerini korumaktır. Verimlilikte emaneti istismar etmeyecek ehil insanları bulmak ve vazifeye onları getirmek esastır. Aksi halde, ehil olmayan bir kişiye görev veren de onun sergilediği yanlış, hata ve günahlarından sorumlu olur. Bir işimiz olduğu zaman hep işin ehli olanını ve güzel yapanını ararız çünkü ehil olan tecrübesiyle de, bilgisiyle de, deneyimiyle de işin üstesinden kolayca gelebilecek birikime sahiptir. Veya özel sektörde her hangi bir alanda bir eleman alacağı zaman kılı kırk yararak araştırılır da acaba neden kamuya alınan veya görev verilenlerde aynı hassasiyet ve duyarlılık gösterilmez.
İnsanların sürücü belgesi, yani ehliyet alır gibi liyakat madalyası yahut liyakat nişanı alması mümkün değildir.
Ehliyet ile liyakatin dilimizdeki bu kullanılış yerlerine bakarak ehliyetin içeriden ve aslî bir ''yeterlik'' anlamını, liyakatin ise dışarıdan izafî bir ''uygunluk'' anlamı taşıyarak birbirlerini tamamladıklarını görürüz. Bilhassa günümüzde ehliyetin ve liyakatin hayatımızın her alanında aranması gereken nitelikler olduğu, yeterlik ve uygunluk içermeyen bütün işlerin, ilişkilerin, hatta nesnelerin ciddî rahatsızlıklar doğurduğu bilinen bir gerçektir.
Hemen her ilişkide; görevlendirmede, değerlendirmede, ödüllendirmede, hatta cezalandırmada ehliyet ve liyakat ölçütlerine göre davranılmalıdır. Selim akıl, selim fıtrat, temiz vicdan, ehliyet ve liyakat devreden çıkarılırsa hak ve adaletten söz etmek mümkün olmadığı gibi hem vicdanları yaralar hem de güven duygusu da yitirilmiş olur.