Deprem bölgesine yaptığımız yolculuğumuzun üçüncü günü Cilvegözü sınır kapısından geçerek İdlib şehir merkezine doğru yola çıktık. Sınırı geçiş işlemlerimizi gerçekleştiren Fetih İnsani Yardım Vakfı Başkanı Yılmaz Bulat, OHAL'den sonra kontrollerin daha da sıkılaştırıldığı için izin almakta zorlandıklarını anlatmış, gece yatmadan önce izin işinin hallolduğu haberi geldiği için biz de sabah erkenden hazırlanmıştık.
Giriş kapısının hemen birkaç kilometre ötesinde Türkiye'den gönderilen yardım tırlarının yüklerini boşalttıkları lojistik merkezi yer alıyor. Merkezde bir çok Suriyeli çalışan var ve hiç durmadan tırları boşaltıyor, yardım malzemelerini tasnif ediyor, sonra da kamyonetlere yükleyip ihtiyaç olan bölgelere gönderiyorlar.
Burada yaptığımız hızlı bir kahvaltıdan sonra rehberimiz Suriyeli Abdullah'ın kullandığı minibüsle İdlib şehir merkezine doğru yola çıkıyoruz. 2019 yılında da buraya gelmiştim, ilk dikkatimi çeken özellikle ana yolların asfaltlanmış, çevrenin daha düzenli hale gelmiş olmasıydı. Önceki gelişimde araçlarda plaka diye bir şey yokken şimdi artık plakasız bir araca rastlamak mümkün değil, bölgeyi yöneten HTŞ burada bir düzen kurmuş. Denetim çok sıkı, her on, onbeş kilometrede kontrol merkezleri var ama rehberimiz Abdullah'ı tanıyor olmalılar ki, geçişlerde hiçbir sıkıntı yaşamadık. Türkiye sınırına yakın yerlerde biriket evler çok daha fazla iken sınırdan uzaklaştıkça onların yerini çadırlar alıyor.
Cilvegözü sınır kapısına 40 km uzaklıkta bulunan ve savaştan önce 150 bir nüfuslu küçük bir tarihi kent olan İdlib, şu anda kırsalı ile birlikte 4 milyon kişiyi barındırıyormuş ki, bunun 1,5 milyonu İdlib merkezde toplanmış. Ramazan arefesinde olmanın da etkiyle olmalı çarşı-pazar cıvıl cıvıl. Burada depremden dolayı bir yıkım yaşanmamış. Savaşın yıktığı evler var, Esed'in varil bombalarının düştüğü binalar gördük ama depremden dolayı bir yıkım olmamış. Evler genellikle taştan yapılmış, üç dört katlı binalar şeklinde. Zamanımız kısıtlı olduğu için şehir merkezinde biraz gezindikten sonra yardım kolilerini dağıtacağımız yetimhanelere gitmek üzere yola koyuluyoruz.
İdlib'den ayrılarak önce Muhammed Mursi Yetimhanesi'ne sonra da yollar çok dolambaçlı ve tahmin edemeyeceğiniz kadar bozuk olduğu için mesafesini kestiremediğim Abdülhamit Han Yetimhanesi'ne geçtik. Fetih Vakfı ile Özgür Der işbirliğinde hayata geçirilmiş olan her iki yetimhane de, babaları savaşta şehit düşmüş yetimlerle annelerinin barındığı yerler. Etrafı duvarla çevrili korunaklı olan yetimhanelere girdiğinizde, etrafınızı baba sevgisi aradıkları her hallerinden belli olan onlarca çocuk kuşatıyor. İnanılmaz sevimli ve sıcaklar, tek tek "merhaba" diyerek uzattıkları elleri sıkmak zorundasınız. Bu çocuklarla anlaşmak için arapça bilmeye ihtiyaç yok, gözleri her şeyi anlatıyor.
Her iki yetimhanede de bizden önce buraya gelen yardım kolilerini dağıttıktan sonra yüreğimiz buruk bir şekilde ayrılıyor ve 2018 yılında TSK'nın Zeytin Dalı Harekatıyla PYD-PKK'dan temizlediği günlerde adını sıkça duyduğumuz Cinderes'e geçtiğimizde depremle yeniden yüz yüze geliyoruz.
Cilvegözü sınır kapısından geçtikten sonra depremin etkilerine pek rastlamamıştık ama buraya geldiğimizde Cinderes'i en az Nurhak, Islahiye kadar yıkılmış olduğuna tanık olduk. TSK tarafından PYD'den temizlendikten sonra terörö örgütünün yol açtığı yaralarını sarmaya çalışıken yaşanan deprem büyük darbe vurmuş. Rejimin ve destekçileri olan İran ile Rusya'nın saldırıları sonucu yerle bir olan binaların enkazından onbinlerce sivili kurtaran ve Beyaz Baretliler adlı Suriyeli sivil savunma ekipleri burada da canla başla çabalamış ama araç gereç yetersizliği bellerini bükmüş. Aradan kırk gün geçtiği halde enkaz kaldırma çalışmalarından dolayı bir çok yol kapalı olduğu için geri dönmek zorunda kaldık.
Akşama doğru çıkış için sınır kapısına dönerken adını çok duyduğum Atme kampından geçtik. Burası savaştan önce zeytinliklerin bulunduğu, herhangi bir yerleşim yeri bulunmayan verimli bir arazi iken, şimdi rejimin saldırılarından kaçanların yerleştirildiği, kilometrelerce alanı kaplayan, sayısız çadırların yer aldığı devasa bir kamp. Rehberimize göre bir milyon kişi yaşıyormuş Atme kampında. Yazın kavurucu sıcakların, kışın ise soğuk, yağmur, çamur içinde yıllardır burada tutunmaya çalışan bu insanların güvendiği tek ülke Türkiye.
Tarihin gördüğü en cani liderlerden birisi olan Esed'le Türkiye'nin görüşme- barışma haberleri buralarda umuttan çok endişe ve korku uyandırıyor olmalı. Çünkü bu insanlar rejimin defalarca ilan ettiği af ilanlarına rağmen, benim bir hafta bile yaşamayı tahayyül edemediğim bu şartlarda yaşamayı, doğup büyüdükleri topraklarına dönmeye tercih ediyorlar. En büyük seçim vaatleri "kazanırsak ilk işimiz Suriyelileri ülkelerine göndermek olacak" diyen bizim muhalefet liderleri keşke bir kez olsun Reyhanlı'nın on, onbeş kilometre ötesinde yaşanan bu dramı görme zahmetine katlansalardı.
6 Şubat'ta yaşanan Kahramanamaraş merkezli iki depremden etkilenen 11 ilde hayatını kaybedenlerin yüzde onunun Suriyeli sığınmacılar olduğu ifade ediliyor ki, bu oran 5 bin kişiye tekabül ediyor. Sayının neden bu kadar fazla olduğunun izahı zor değil elbette. Zaten yaşadıkları evler yerli nüfusun terkettiği eski viraneler olunca depremde en fazla yıkıma uğrayanlar da buralar.
Ancak bu insanların 12 yıldır bitmeyen çilesi depremde de bir başka yönüyle devam etmiş. Ölen ölmüş ama enkazdan bir şekilde sağ çıkanlar da uzun süredir körüklenen ırkçılık ateşinin hedefi haline gelmişler. Kimi enkazdan çocuğunu çıkartmaya çalışırken yağmacı denilerek saldırıya maruz kalmış, kimi yemek kuyruğunda sıra kendisine geldiğinde Suriyeli olduğu anlaşılınca hakarete uğrayarak kovulmuş. Sanki onlar depremden etkilenmemiş, enkazın altında kalmamış da uzaydan inmişler gibi yıkılan evleri yağmaladıkları, insanları soydukları şeklinde sosyal medyaya çok sayıda yalan haber servis edildi. Elbette ki bütün Suriyeliler için piru pak demiyorum, hiçbir milletin olmadığı gibi. İlk günlerin o kaos ortamında ne kadar olumsuzluk olmuşsa kendimize yakıştıramadığımız için faturasını bu insanlara kestik. Sonra anlaşıldı ki yağmacıların çoğu necip milletimizin fertleriymiş.
Deprem sonrasında Suriye Diyalog Merkezi'nden Kenda Hawasli, isimli bir aktivist hazırladığı raporda "Biz Suriyeliler 12 yıldır deprem koşullarına benzer koşullarda yaşıyoruz. Esad rejiminin bombardımanı ve Rus savaş uçaklarının yarattığı yıkımın boyutu depremin yarattığı yıkımın boyutundan farklı değil. Devletin bu felaketi kontrol altına alma çabalarına rağmen Suriyeliler bu felaketin en güçsüz grubu olmuştur. Bu deprem hayatın sayılı saniyeler içinde nasıl altüst olabileceğinin ve bu süreçte nasıl istikrardan sığınma durumuna geçilebileceğinin canlı bir örneğidir. Allah'tan bu durumun acılarını hiç kimsenin yaşamamasını dilerim"diyor. Hakikaten de Esedin ve Rusyanın yıktığı Haleple, depremin yıktığı Hatay fotoğrafını yan yana getirdiğinizde rapora hak veriyorsunuz.