"İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel olan iyilik ile def' et. Bir de bakarsın ki, seninle arasında husumet bulunan kimsenin, sanki seninle candan bir dost olduğunu görürsün. Fakat buna ancak sabredenler erişir. Buna erişenler de büyük bir nasip sahibi olanlardır" Fussilet 34-35)
Bu ayeti kerimeyi ne zaman okusam, yaklaşık otuz yıl önce, bir ikindi namazı sonrası, Hıdırlık Camii şadırvanında tanışarak bir süre muhabbet ettiğimiz, Mehmet amcanın anlattığı şu ilginç olayı hatırlarım. Mehmet amca; "Yaklaşık on yıl önce idi. Köyde bahçemdeki sebze ve meyvelerimi sulamaya gitmiştim. Arktaki su biraz aşağımda bulunan komşum Hasanın bahçesine akıyormuş. Suyu kesilince koşa koşa geldi ve suyun kendisine aktığını söyledi ise de ben vermedim. Tartıştık üstelik birde kendisine hakaretler ettim. Oda bıraktı gitti. Birkaç yıl sonra o komşum Hasan Çorumda bir iş bulmuş, göçünü yükledi ve gitti. Yine aradan birkaç yıl geçtikten sonra tapuda bir işim vardı, şehre geldim. O günde işlerim bitmedi ve ertesi güne kaldı. Kalacak bir yerim ve yakınımda yoktu. Gideyim de otelde kalayım bari dedim. Veli Paşa Hanının önüne yaklaştığımda birde baktım ki yıllar önce su yüzünden kavga ettiğimiz komşum Hasan geliyor. Küs olduğumuz için ben görmezlikten geldim ama Hasan hayrola Mehmet ne yapıyorsun buralarda. Bende kendisine durumu anlattım ve otele gittiğimi söyledim. Hasan koluma girerek komşum olur mu öyle şey benim burada evim varken seni otelde yatırır mıyım dedi. Bende bir şey diyemedim ve Osmancık caddesinde yazı çarşı tarafına doğru gitmeye başladık ama benim içimde bir kuşku var. Yolda gidiyoruz ama içimden de ben bu adamla yıllar önce tartıştım, haksız olduğum halde elinden suyunu aldım üstelik birde adama hakaretler ettim. Acaba alla beni götürüp bana bir tuzak mı kuracak, bir kütülükmü yapacak diye bir endişe ile gidiyoruz. Eve vardığımızda bak hanım kimi getirdim dedi. Hanımı da çok memnun oldu. Adamlar bana öyle bir izzet ve ikramda bulundular ki, geçmişte yaptıklarımdan dolayı utandım. İçimden keşke yer yarılsa da oraya giriversem dedim. Sabahleyin de kahvaltımızı yaptıktan sonra Hasanla birlikte evden çıktık. O işine, bende tapu dairesine gittim. Giderken de Mehmet evi öğrendin bir daha Çorumda kalman icap ederse burada bir evin olduğunu unutma dedi. Akşam eve gittiğimde hanım şehirde Hasanla karşılaştık alla beni evine götürdü ve beni bir dövdü bir dövdü ki kırmadık kemiklerimi bırakmadı dedim. Hanım önce afalladı sonrada hani öyle bir halin gözükmüyor dedi. Bende olup biteni anlattıktan sonra keşke dövse idi bundan daha iyi olurdu. Utandım, mahcup oldum, yerlerin dibine girdim dedim. Bende bir davar keserek ailecek onları davet ettim ve şu anda candan bir dostuz. Devamlı olarak onlar bize gelirler bizde onlara gideriz…"
Zemahşerî, kötülüğün en güzel davranışla savılmasını şöyle açıklar: "Biri sana kötülük ettiğinde onu affetmen bir iyiliktir; ama bundan da iyi olanı, onun sana yaptığı kötülüğe iyilikle karşılık vermendir... Eğer bunu yaparsan amansız düşmanın sıcak bir dost haline gelir" (III, 392). Râzî, ayetin bağlamını da dikkate alarak buradaki iyilik ve kötülüğün özellikle şu anlamları içerdiğini belirtir: İyilikten maksat, Peygamberimizin insanları hak dine davet etmesi, inkârcıların küstahça davranışlarına sabretmesi, intikam peşinde koşmaması, kötülüğe kötülükle karşılık vermemesidir. Kötülükten maksat ise putperestlerin, "Bizi çağırdığın şeylere karşı kalplerimiz kapalıdır" (Fussilet 5) "Bu Kur'an'a kulak vermeyin, okunurken gürültü çıkarın" (Fussilet 26) gibi ifadeleriyle sergiledikleri aşağılık davranışlardır. "Ey Muhammed! Sana yakışan davranış iyilik, onlara yakışan da kötülüktür. İyilikle kötülük bir olmaz; yani eğer sen iyilik yaparsan dünyada saygınlığı, ahirette de sevabı hak edersin; onlar da (kötülükleri sebebiyle) bunun tersini hak ederler. Şu halde onların kötülüklere yönelmeleri senin iyiliği sürdürmene engel olmamalıdır... Onların cahilce hareketlerini bütün tutumların en güzeliyle savmaya bak; eğer onların kötü huylarına karşı sabrını ısrarla sürdürür, verdikleri zararlara eza ve cefa ile karşılık vermezsen bir gün gelir onlar da kendi kötü huylarından dolayı utanır, o çirkin davranışlarını da artık terk ederler" (126-127).
Hz. Âişe, Peygamberimizin ahlâkının Kur'an ahlâkı olduğunu bildirmiştir. Kur'an'ın Peygamberimizi müslümanlara bir model olarak sunduğuna göre (Ahzab 21) Her müslümanın iyiliğe en güzel davranışla karşılık vermek gibi yüksek erdemlerle donanması ahlâkî bir görevdir. Ayet bütün müslümanlar için bir ahlâk ilkesi ortaya koymaktadır ve 35. ayetin ifade tarzından da bu anlaşılmaktadır. Bu ayette ayrıca kötülüğe iyilikle karşılık vermenin, nefse ağır geldiğine, ama aynı zamanda yüksek bir ahlâkî erdeme işaret edilmekte olup, bu hedefe ulaşmanın birinci şartının da sabır olduğu belirtilmektedir. Ayetteki "büyük pay sahibi olanlar" anlamına gelen ifade, bu bağlamda sabrın yanında onu destekleyici mahiyetteki ahlâkî erdemlerle bezenmiş olanları ifade etmektedir (İbn Âşûr, XXIV, 295). Kötülüğe iyilikle karşılık vermenin düşmanlıkları sıcak dostluklara çevireceği yönündeki açıklama, toplumsal barış açısından da son derece önemlidir. İnsanların bazı kötülüklerini hukukî yaptırımlarla önlemek mümkündür ama hiçbir toplumu sadece bu yaptırımlarla uzun süre ayakta tutmak, insanlar arasında dostluk ve kaynaşma sağlamak, kalıcı toplumsal ilişkiler kurmak mümkün değildir.
Mekke'nin feth edildiği gün müşriklerin elebaşları yakalanarak getirilirler. Peygamberimiz onlara sorar; Şu anda ne yapmamı bekliyorsunuz? Onlar da "Hepimizi de kılıçtan geçirtmeni" Peygamberimiz; "Hz. Yusuf'un kardeşlerine dediği gibi, bugün geçmişte bize yaptıklarınızdan dolayı, size her hangi bir ceza veyahut ta kınama yoktur, hepinizi afetim" buyurmuş ve onlarında çoğu seferlerde şehitlik mertebesine ulaşmışlardır.