Birkaç gün önce bu köşede çıkan, sığınmacıların bayrama gitmeleri halinde geri alınmayacağı ile ilgili yazıma, büyük çoğunluğu yabancı düşmanlığı içeren birçok yorum yapıldı. Bu durum, birkaç yıldır oluşturulan olumsuz kamuoyu nedeniyle beklemediğim bir şey değildi. Sen nasıl Çerkezsin diyene rastlamıştım da Çerkezcilik yapıyorsun diyeni duymamıştım, bunu da duyduk çok şükür. Ama olsun, hakaret ve küfür içermedikten sonra hepsinin başımın üstünde yeri var. Yorumların bir kısmı akıl ve vicdan dışı ırkçı ifadeler olsa da, bazıları sığınmacılardan dolayı ciddi ciddi memleketin geleceğinden endişe duyanlarca yapılmıştı ki, asıl dikkatimi çeken bu oldu.
Algı oluşturmak denilen şey bu olsa gerek. Özellikle son bir kaç yıldır, iktidar partisinin güç kaybına uğramasının sonucu olarak, sığınmacılara eskisi gibi güçlü şekilde sahip çıkamamasının da etkisiyle dozunu arttıran sığınmacı düşmanlığı, toplumda bir kaygıya neden olmuş. Doksan milyonluk koca bir ülke, üç dört milyonluk bir mültecinin sosyal, kültürel, ekonomik açıdan ciddi bir tehdit oluşturduğuna inandırılmış. Sığınmacılardaki yüksek nüfus artışının gelecekte ülke demografisi için tehlike olacağını bile söyleyenler çıkabiliyor ne yazık ki.
Alman Nazilerinden farksız bizdeki ırkçılar, bundan yirmi otuz yıl öncelerde benzer iddiaları Kürtler için de dile getirirlerdi. Böyle giderse 2030'larda Kürt nüfusunun Türk nüfusunu geçeceği, o yüzden Kürtlerdeki doğum oranının düşürülmesi gerektiği söylenir, gerçekte Kürt diye bir milletin ve dolayısıyla da Kürtçe diye bir dilin olmadığı iddia edilirdi. Böyle böyle bin yıldır ırk üzerinden bir kavga yaşanmamış bu topraklarda bir Kürt sorunu yaratıldı. Zira ırkçı milliyetçilik mutlaka karşıtını doğurur ve varlığını sürdürebilmek için karşı milliyetçiliği yaratır.
Esasında yazının bütünü okunduğunda söylediğim şey, dört milyon Suriyeli kalsın, üstüne de beş milyon Afgan alalım gibi bir şey değildi. Elbette şartlar elverişli hale geldiğinde büyük bir kısmı kendi doğup büyüdükleri topraklarına dönerler ama ölümden kaçarak bize sığınan insanları Suriye'de değişen bir şey yokken, geri dönmeye zorlamanın onları ölümün kucağına itmek olacağı, bunun da değil Müslümanlığa, insanlığa bile sığmayacağı idi anlatmaya çalıştığım. Ama yazının tamamını bile okumadan, Suriyeli lafını duyduklarında kırmızı görmüş boğaya dönenler başlığa bakarak klavyeye sarılmışlar.
Yazdıkları şeylerin büyük çoğunluğu yalan ya da gerçeğin çarpıtılmış hali. Haydi diyelim ki Türkiye'ye gelenler sınavsız üniversite, vergisiz ticaret, ücretsiz sağlık hizmeti aldıkları, plajlarda nargile tüttürüp keyif çattıkları için dönmek istemiyorlar. Peki, hiç düşünmüyor muyuz, Suriye'nin güney bölgelerinden kaçarak Hatay sınırındaki İdlib'e sığınan, burada on yıldır çadır ve barakalarda kışın soğuktan donmaya, yazın 45 dereceyi bulan cehennemi sıcaklıktaki yanmaya razı oluyorlar da niçin Esed'in çağrısına uyarak evlerine dönmeyi kabul etmiyorlar? Herhalde o şartlarda yaşamaya razı olan dört milyon insan aklını kaybetmiş, toptan çıldırmış olmalı.
Bu millet on yıldır yaptığı fedakarlıkla bütün dünya nezdinde çok büyük bir psikolojik üstünlük elde etmişti. Şimdi merhamet damarı kurumuş üç beş vicdansız yüzünden adımız, mülteci botlarını batıran, sınırlara jiletli tel çeken, sığınmacıların üzerine tarım ilacı sıkan Yunanla birlikte anılır oldu. Bitmeyen savaş yoktur elbette, bu savaş da bir gün bitecektir ama bugünler geçip gittiğinde bize kalacak olan ya utanç olacaktır ya da gurur. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın batılı ülkeler üzerinde baskı kurarak sınırları açmalarını sağlamak için söylediği "40 milyar dolar harcadık" sözünü, birileri devlet bütçesinden yapılan yardım sanıyor. Oysa sığınmacılara yapılan yardımların kahir ekseriyeti gönüllü yardım kuruluşları eliyle hayırsever vatandaşların verdikleri yardımlardan oluşuyor. Ama en çok bağıranlar mülteciye bir kör kuruşu nasip olmayan Allah'ın elini boynuna bağladığı tipler.
Bu konuda öylesine büyük bir cehalet var ki, Allah korkusu olmayan, hiçbir sınır tanımayan ırkçı troller özellikle bilgi kirliliğinin yoğun olduğu sosyal medya hesaplarından yalan haberler yayıyor, yüz binlerce insanın arasından çıkması gayet normal olan olumsuz tipleri ve bunların karıştığı tekil olayları genelleyerek, masum, işinde gücünde olan, çoluk çocuğunun nafakasını temin için çabalayan yüz binleri hedef gösteriyorlar. Bunların başını çeken Ümit Özdağ gibilerinin yalanları defalarca yüzlerine vurulduğu halde zerre utanmıyor, arlanmıyorlar. İstiyorlar ki mülteciler hiç gülmesin, şakalaşmasın, hatta mümkünse hiç konuşmasınlar. Bir mülteci ailesiyle birlikte bir yerde mangal yaksa, çok büyük bir suç işlemiş gibi "gider mi bu adamlar bu keyfi bırakıp" şeklinde haber yapılıyor. Sanırsınız ki Suriye'den buraya mangal keyfi yapmaya gelmişler.
Gerçekle hiçbir alakası olmadığı halde yaşanan ekonomik sıkıntıları istismar ederek oy devşirmek amacıyla muhalefetin uydurduğu, sınavsız üniversite, vergisiz işyeri gibi ahlak dışı yalanlar hala alıcı bulabiliyor ama bu insanların en zor işleri yarı ücretle yaparak hayata tutunmaya çalıştıkları, ama aynı zamanda ekonomiye de katkı sağladıkları göz ardı ediliyor. Ekmeğimize aşımıza ortak çıktıklarını düşündüğümüz bu insanlar sayesinde Allah ne belalardan koruyor bizi, kim bilir. Rızkın sahibi Allah'tır, kimse kimsenin ekmeğini yemiyor, sadece Allah insanları bu şekilde birbirine vesile kılarak imtihan ediyor, bunu unutmayalım.