Geçmişle barışabilmek. Kendi başarılarınızı ya da olduğunuz konumu ebeveynlerinizinkilerle karşılaştırmayı bırakarak işe başlayabilirsiniz. Çünkü kimliklerimiz özdeşimde bulunduğumuz insanlardan beslenir. Ebeveynlerin bıraktığı davranışsal ve düşüncesel miraslar kendimiz gibi olmamıza engel olmaktadır. Bizden önce gerçekleşen tüm aile hikayelerini kabul etmek önemlidir ancak var olan gerçeklerle barışık bir ilişki kurulmalıdır. Aile travmalarını dramatik bir hale getirmeden kendimiz gibi yaşayabilmek bazen suçluluk hissini beraberinde getirebilir. Hissedilen bir suçluluk duygusu var ise bunun üzerinde çalışmak gerekebilir. Bu durumda profesyonel bir yardım almaktan çekinmeyin.
Kendini gerçekleştiren bir insana dönüşebilmek. Geçmişle her ne kadar barışmış olursak olalım hayatı tam anlamıyla yaşayamıyor hatta kendi hayatınızın başrolü değil de yan rolü gibi hissedebilirsiniz. Bu hissin en önemli etkeni çoğu zaman kariyer olarak karşımıza çıkmaktadır. İş hayatınız sizin hayat isteklerinizi karşılayamıyor olabilir. Mesleki doyumun yetersiz olduğu durumlarda kişiye yetersizlik, yaratıcı olamama, atılımdan kaçınma duyguları eşlik edebilir. İş hayatında kendini sahnede hissedemeyen insanın hayatta kendi gibi olabilmesi zordur. İş hayatı hiçbir heyecan duymadan, depresyonun eşiğinde sürekli bir şeyleri yetiştirme çabasında ilerler. Kazanılan paranın miktarından bağımsız tükenen insan, kendi gibi olamayacaktır. İş hayatındaki tatmini sağlayabilmenin çeşitli yolları vardır. Bu iş için ortaya koyduğum yetenek ne? Bu işte yapmayı sevdiğim görevler var mı? İş hayatım boyunca göğüslemem gereken sorumluluklarım neler ve bunları için yardım almalı mıyım? Yaptığım iş benim hayat değerlerime uygun mu? Bu dört soruyu kendimize sormamız iş hayatımızı tanımlamamıza ve kendimiz gibi olmamıza yardımcı olur. 
Duygulardan faydalanabilmek. Duygularımız, benliğimizin en önemli yön vericisidir. Hayatta her şey yolunda giderken bizi aşağıya çeken ve anlamlandıramadığımız olumsuz duygularla karşı karşıya kalabiliriz. Hayat dışardan ne kadar yolunda gibi görünse de kendi varlığımızı ortaya koyamadığımızda iyi hissetmemiz çok mümkün olmayacaktır. Duyguların yanlış ya da doğruluğu yoktur. Asıl önemli olan hissedilen duyguyu tanımlayıp kabul edebilmektir. Bu kabulde ani tepkilere yer vermemek gerekir. Bizi kıskaca alan bir duygu hissettiğimizde ne anında tepkimizi ortaya koymalıyız ne de yok saymalıyız. En gerçek duygu kabulü ilk tepkileri erteleyip duyguları sözcüklere dökerek yapılır. Bu duyguların kaynağı ise sizi ihtiyaçlarınıza götürecektir. İhtiyaçları karşılamış bir birey kendi gibi olmaktan çekinmeyecektir. 
Samimi olabilmek. İnsan doğası gereği hissettiklerini, yaşadıklarını, düşündüklerini paylaşmak ister. Bu paylaşımın derinden ve romantik olması hem ihtiyaç hem de kendimiz gibi yaşayabilmenin önemli bir parçasıdır. Bu samimiyet, sınırlar ihlal edilmeden kendi alanımızın içine bir başkasını kabul etmektir. Ayrıca bu samimiyet, diğerlerini olduğu gibi kabul etmemizi de içerir. Onun alanına da sınırlarını ihlal etmeden dahil olmamız samimiyetin gereğidir. Bu samimiyet ilişkisi yalnızca romantik ilişki olarak algılanmamalıdır. Arkadaşlık ve aile ilişkileri de buna dahildir. İlişkileri yönetebilmek, anlaşabilmek kendimiz gibi olabilmemizi sağlayan bir diğer etkendir. İlişkiler konusunda kendimiz gibi olmamızı etkileyecek engeller olabilir. Yargılanma korkusu, anlaşmazlıklar, memnuniyetsizlik, hayal kırıklıkları her ne kadar engel gibi görünse de ilişkilerin bir parçasıdır. Ortak noktalarda olunduğu gibi anlaşmazlıklarda da buluşmayı kabul etmek kendimiz gibi olmamızı sağlar. Hayatta karşımıza çıkan kişileri değiştiremeyeceğimizi onları olduğu gibi kabul ederek hayat devam edebileceğimizi unutmadan samimi ilişkiler kurabiliriz. Başkalarıyla beraber yaşamak hem bir zorunluluk hem de kendimizi ortaya koymanın önemli bir yoludur.