Ekrem İmamoğlu, İstanbul'un orta büyüklükteki ilçelerinden olan Beylikdüzü Belediye Başkanlığında bile öyle bilinen bir başarısı yokken, 2018 yerel seçimlerinde, başta çok abartılı, hatta temelsiz bir beka tehlikesi söylemi, Ordu-Giresun havalimanında VİP'yi kullanmasının affedilmez bir suç olduğu, kazansa bile görevinde kalamayacağı, İçişleri Bakanının kendisini görevden alabileceğini söylemesi gibi iktidar partisinin bir dizi akıl mantık dışı yanlışları yüzünden az bir farkla da olsa Büyükşehir Belediye Başkanlığı ipini göğüsledi.
İlk seçimden sonra Binali Yıldıırım'la on bin civarındaki oy farkı nedeniyle günlerce devam eden tartışmalar hatırlanacaktır. Kanal kanal televizyonları gezerek, hafızalarımıza kazıdığı, "hiçbir şey olmadıysa da kesinlike birşeyler oldu" vecizesinin sahibi, AK Parti'nin Seçim İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ali İhsan Yavuz'un üstün çabaları sonunda seçimlerin yenilenmesi gerektiği yönünde bir kamuoyu oluştu. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bile artık sonuçları kabullendiği, "demiri soğutmak lazım" dediği günlerde Devlet Bahçeli'nin "İstanbul seçimleri beka meselesidir, yenilenmelidir" talimatı sonrasında, YSK'ya yapılan itiraz başvurusu kabul edildi ve seçimin yenilenmesi kararı aldırıldı.
Halbuki ilk seçim sonuçlarına razı olunsa, meclis çoğunluğu bulunmayan, oyların çalındığı, kaybolduğu tartışmaları nedeniyle şaibeli bir başkan olarak kalacak olan İmamoğlu, yenilenen seçimin sonunda, sekiz yüz bin oy farkıyla koltuğa oturdu. (Seçimin yenilenmesindeki büyük başarıları sebebiyle olmalı ki, 2021 yılında yapılan kongrede Ali İhsan Yavuz parti içinde terfi ettirilerek MKYK'ya girdi.)
Dört yıla yaklaşan Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde başarısızlığın kitabını yazan Ekrem İmamoğlu, kendi seçmenlerini bile oy verdiklerine pişman etmişken, bu kez de bir yargı kararıyla yeniden cilalanıp parlatılarak, ne yapıp edip Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan kurtulmak isteyen iç ve dış güçlerin de desteğiyle, vaktiyle Erdoğan'ın uğradığı haksızlığa uğramış algısı yaratılmak suretiyle de sağlam bir meşriyet zemini oluşturularak, şimdiden 2023'te yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin tek adayı haline getirilmek isyeniyor.
Yukarıda bahsi geçen yerel seçimlerin tartışıldığı günlerde İmamoğlu'nun YSK üyelerine yönelik söylediği "ahmak" sözünden dolayı hakkında verilen mahkeme kararı, İmamoğlu'nun adaylığı için bulunmaz fırsat olarak görülmüş olmalı ki, bir taraftan muhalif medya sanki yarın kelepçelenip kodese tıkılacakmış gibi durmaksızın siyaset yasağı getirildiğinden bahsederken, diğer taraftan olmayan bir başbakanlığa talip olduğunu deklare ederek kendi elini kolunu bağlayan M. Akşener ise, kendisiyle seçimin kazanılamayacağına inandığı Kılıçdaroğlu'nun önünü kesmek için bahsi geçen mahkeme kararına sarılıyor.
Ak Parti ise, kararın kendi aleyhine bir ortam yarattığını bile ifade edememekte, sadece bir "bağımsız ve tarafsız" ilk derece mahkemesi kararının bulunduğunu, bunun da hemen öyle seçimlere kadar bir yasak getirmesinin söz konusu olmayacağını söyleyip durmaktadır. Doğrudur, ortada henüz kesinleşmiş bir karar olmadığı gibi karar bu şekliyle kesinleşecek olsa bile, sonuç doğurmasının yargının bu hızla işlemesi halinde değil 2023 seçimleri, 2028 seçimlerine dahi yetişeceği şüphelidir. Bu başka bir konu. Asıl mesele ise, bu "bağımsız ve tarafsız" yargının, en fazla altı ayda sonuçlanması gereken basit bir hakaret davasını nasıl olup da üç yıldan fazla bir süre sonra, böyle seçim sathı mailine girildiği bir ortamda açıklanmış olmasıdır.
Gelinen bu son durumdan altılı masanın iki büyük partisi olan CHP ve İyi Parti'nin memnun oldukları aşikar. Her ne kadar adaylık konusunda birbirlerine çelme takmaya devam etseler de, büyük hedef olan Erdoğan'ın düşürülmesi konusunda katedilen her mesafe kendilerini mutlu etmeye ve aralarındaki rekabeti unutmalarına yetiyor. Önemli olan, asıl hedefe ulaşmak, sonrasını aramızda hallederiz diye düşünüyorlar. O yüzden Saraçhanede iki gün boyunca adeta bayram yaptılar.
Benim o mitingde asıl dikkatimi çeken küçük ortakların özellikle de Ahmet Davutoğlu'nun durumuydu. Öyle bir yola girdiler ki, bir iki adım ilerisinin karanlık olduğunu biliyorlar, o yüzden ayakları ileriye gitmiyor, geri dönseler dönecek yer kalmadı. Saraçhanedeki mitinge katılmış olmanın sıkıntısı içinde Davutoğlu, "Erdoğan'a haksızlık yapıldığında hangi değerleri savundu isem yine aynı değerler için buradayım" diyerek, orada niçin bulunduğunu izah etmeye çalıştı.
Başbakanlıktan ayrılmak zorunda bırakıldığı ve daha sonraki süreçte haksızlığa uğradığına hala inadığım Davutoğlu, keşke bu durumlara düşmek yerine yıllar önce ısrarlı çağrılarla bırakmak zorunda kaldığı kürsüsüne dönseydi. Siyasete girmese idi o güzelim Şehir Üniversitesi'nin de başına bu işler gelmezdi. Kim bilir belki de bugünlerde kendisine yeniden ihtiyaç duyulurdu ama yapamadı, egosuna söz geçiremedi ve düştüğü hallere bakın.
"Erdoğan'a haksızlık yapıldığında hangi değerleri savunduysam yine aynı değerler için buradayım" derken, oraya toplanan on binlerin E. İmamoğlu'na haksızlık yapıldığına inandıkları için mi orada toplandıklarını düşünüyor acaba? Öyle ise eğer, orada böyle düşünen çok az kişiden birisi kendisi. O kalabalığın kahir ekseriyeti en az Erdoğan kadar Davutoğlu'ndan da nefret ediyor ama kendisine ses çıkartmıyor olmaları köprüyü geçene kadardır. İhtiyaç kalmadığında kirletilmiş bir el bezi muamelesi göreceğini bilmemesi acıklı bir durum.
Başlıktaki soruya dönecek olursak: 1998'de dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Erdoğan'ın önü kesilmek istenildi, halk onu Cumhurbaşkanı yaptı, şimdi niye olmasın diyenler yanılıyor. Bir defa ortadaki suç, o günkü gibi uydurulmuş bir suç değil. Ceza azdır, çoktur, alt sınırdan verilebilirdi, paraya çevrilebilirdi vs. bunlar ayrı ama burada kanunun suç saydığı bir fiilin işlendiği açık. İkincisi, İmamoğlu'nun 2023 seçimlerinde aday olmasını engelleyen kesinleşmiş bir ceza da yok, seçime kadar kesinleşebilecek bir durum da yok. Dolayısı ile mağduriyet algısı oluşturma çabaları boşuna.