Çorum'da yapılması gereken şey buydu. Çorum'a değer katacak… Torunlarımıza göğsümüzü gere gere anlatabileceğimiz, eser tadında sunabileceğimiz, "bak bunu biz yaptık" diyebileceğimiz… Maalesef bu şekilde restore edilmiş üç beş yapıdan başka geriye bir enkaz yığını var Çorum'da!
Mazimizi süsleyen şehirle özdeşleşmiş yapıları bulmak çok zor. Bulabildiğimizin de ismi değişmiş durumda.
Nedir şu isim değiştirme takıntısı? Neden?
Eğer birisini onurlandırmak istiyorsan bunun en güzel yolu, bir zamanlar onurlandıklarının ismini kaldırmak değil, yeni yaptığın bir yapıya isim koymaktır.
Yazıya konu olan resme iyi bakın. Avrupa şehirlerini gezerken gözünüzü nereye çevirseniz buna benzer yapılar görürsünüz. Yeni yapı çalışmaları çok az. Sözünü ettiğimiz tadilat ve onarımların tümü eski yapılar üzerinde neredeyse. Her birinin bir değeri var. Üzerlerinde İtina ile bir nakkaş hassasiyetinde çalışılıyor. Hiçbirisine de "bu eski, çürümüş, yıkalım" demiyorlar. Son gittiğim İspanya'nın Malaga şehrine bağlı Frigliana beldesinde Hellenistik dönem izleri hâkim. Kaldırımlar, sokaklar, evler… Hepsi de aynı ustanın tornasından çıkmış gibi.
Eski ama güzel…
Eski ama ruhu var…
Eski ama diri… Çürütmemişler. Çürük bu! Dedirtmemişler… Geçmişine saygı duymak böyle olur diyor insan. Hayranlıkla geziyoruz sokaklarda. Saygıyla… Herkes kapısının önünü süpürüyor. Hummalı belediye çalışmaları yok. Gerek de yok! Ağaçlardan portakallar düşmüş yerlere. Yeni düşmüş belli… Birisini alayım dedim. Müdahale ettiler. Yenmezmiş, daha zamanı varmış. Portakal elimde kaldı. Bırakacak bir yer bulamadım. Rasgele bir yere bırakamazsınız. Tablo bozulur. Ressama ayıp olur!
Ders 1: Şehir planına sadece mühendis mantığıyla bakmamak gerekir. Yanınızda bir sanatçı, sanat tarihçisi yoksa sokaklarınız, caddeleriniz hep zayıf, şişman, kambur, çelimsiz ve biraz da çirkin olacaktır. Yüzüne gözüne bakılmayacaktır.
Ders 2: Elinde olanı korumak Ata'ya saygıdır. Ahde Vefa'dır. Klâsik taraftar nutuklarında geçmez. Samimidir. İçten gelir. Dünya insanı gelip baktığında bunu çok objektif bir biçimde görür. Notunu verir. Hep verdiği gibi…
Ders 3: Sözüm ona, Avrupa Birliğine aday ülke konumundayız. Onca Avrupa görmüş insanımız, hiç mi gidip gezip gördüğü yerlerde, benim şu gördüklerimi görmez. Ana fikri anlamaz! Anlamak için ihtirasların törpülenmesi lâzım. Orada görülen sadelik burada hayata geçirilmeye kalkılsa burada millet acından ölür! Bunu ben demiyorum. "Hiç mi ekmek yemiyek!" diyen bir aç ekip var maalesef; Yarını ve toplumu düşünmeyen. Günü birlik yaşayan…
Ders 4: Avrupa gezilecek değil, görülecek yerdir. Gezinti boş adam işidir. Görmek için niyetinin güzel olması gerek. Yoksa "git gel Konya altı saat" hesabı yaşamaya devam eder, ne uzar ne kısalırsın. Memlekete döndüğünde, gördüklerinden ders çıkarmadan, kendi şehrime de bu güzellikleri, bu uygulamaları nasıl katarım demeden, eski ezberi yaşamaya devam etmek, seni sadece "gezen tavuk" yapar. Gezen tavuk deyip geçme! Satışı iyidir! Yumurtası bile kıymetlidir!
Şu fâni dünyada üç günlük ömrümüz ve biliyoruz ki bir yarım ekmeğin tokluk hissi uyandırdığı midelerimiz var. Ardımızda ne gezip gördüklerimiz ne de yediklerimiz; Bizi rahmet ve minnetle anacak nesiller bırakacağız. İnşallah…