Genç, idealist bir imamdı. Okumayı yazmayı severdi. İlçede imamların Ulucami'de Cuma vaazı yapmasına öncülük etti. Ramazanda gönüllü radyo programları yaptı. Ortaokul ve liselerde dışardan öğretmenlik yaptı. Görev yaptığı camiye günün şartlarına göre ilk defa güzel bir kütüphane kazandırdı. Yılda 700-800 öğrencinin emanet kitap alıp okumasına vesile oldu. Göreve geçtiğinde ''Allah'ım bana, anneme ve eşime hacca gitmeyi nasip et'' diye dua etti. Annesi bir vesile ile hacca gitti. Kendisi ise 250 sayfalık hac rehberi kitabını adeta ezberleyerek sınava girdi ve hakkıyla kazanarak görevli olarak hacca gitti. Hac 'da kafile başkanı olan il müftüsünün sohbette yarı şaka yarı ciddi ''Görevli olarak tekrar gelmek buraya bağlı'' söylemine, ''Hocam, ben Allah'tan anneme, kendime ve eşime bir defa istedim. Annem ve bana nasip oldu. Hanıma ise Allah büyüktür. Özüm ne ise sözümde o dur'' diyerek cevap verdi. Hac dönüşü de olmayan işi oldu ve o kurumdan rızkı kesildi. Şimdi başka bir kulvarda koşturmaya başladı.
* Çorum'da yazılı ve sözlüyü kazandıktan sonra Kastamonu 'da üçüncü defa yapılan hac mülakatında sordukları soruya yanlış cevap verince, komisyon başkanı salonda bekleyen diğer adaylara aynı soruyu sorar. O adaylar ''Arkadaşın cevabı yanlış'' dediler. Komisyon başkanı tekrar sorar ama o genç imam ısrarcı olur. ''Hocam, kesinlikle doğru cevap benim dediğim. Hac rehberi kitabı kaybolsa yazabilecek konumda olduğumu düşünüyorum'' deyince ''Arkadaşınız çok çalışmış karıştırdı, cevabında ısrarcı olması çalıştığının emaresidir'' diyerek sınavı kazandırırlar.
* Kutsal topraklara gitmek için Ankara Esenboğa havalimanından İngiliz şirketine ait uçağa binerken, kapıda hostes ön koltuklara oturacak yolcuları belirlemek ve ihtiyaç halinde iletişim kurmak için her gelen hacı adayına  ''Well come, dou you speak?'' der. Tabi köyden kentten gelen hacı adayları bir şey anlamayıp cevap veremeyince arka koltuklara yönlendirilirler. Bu arada sıra genç imama gelince lise yıllarında yedi sene okuduğu İngilizcesinden güç alarak (!)  'Yes' deyip ön koltuğa yönelir. Ama soru bitmemiştir. Peşinden bir iki cümle daha sorunca bizim genç imam ''Yes / No'' dan öte gidemez. Dolayısıyla arka koltuklara yönlendirilir. Sonuç mu? Hiçbir görevli ve hacı adayı cevap veremeyince ön koltuklar da mecburen köyden gelen amcalara teyzelere kalır. Bu arada bizim genç imam yıllarca İngilizce dersi görüp beş on cümle konuşamamanın ezikliğini iliklerine kadar hisseder. Ve böyle bir eğitim sistemi olmaz diye iç dünyasında haykırır. Ama ondan başka duyan olmaz… Netice de yabancı dilin uçağa binerken bile işe yarayacağını anlar.
* İnsanlarla (Müslümanlarla) uğraşmak, onları memnun etmek çok zordur.  Çoğunlukla en son söyleyeceğimizi ilk önce söyler tabiri caizse gönül testisini kırarız. Sevap kazanmak için geldikleri kutsal mekânlarda iki hacı adayı yan yana geldiğinde ekseriya görevliler için (görevlilerinde devlet memuru olduğunu unutarak) ''Bizim para ile geliyorlar'' diye başlarlar dedikodu yapmaya. Hatta bu dedikodu memlekete dönünce bile yıllarca sürüp gider. 
Genç imam ilk defa gideceği ulvi görev için yola çıkmadan ''Allah'ım bana genç yaşta haccı nasip ettin. Bende imkânlar oranında görevimi en güzel şekilde yapmaya ve sorumlu olduğum hacılarıma en güzel hizmeti sunmak istiyorum'' diye dua eder. En azından niyeti halistir. Medine'den Mekke'ye gidilecektir. Kafile başkanı görevlilere gerekli talimatı verir ve görevliler buna göre hacı adaylarını bilgilendirirler. Otobüsler gelir hacılar bindirilir ama diğer taraftan bazı hacılar iner geri biner. İçerdekiler ''Kardeşim sıcakta niye bekliyoruz?'' diye mızmızlanırken dışardakiler ''Niye beklemiyorsunuz?'' diye görevliye veryansın ederler. Tabi bu arada kafileden gecikmenin fırçasını görevliler yer. Araç kalkacağı zaman tekrar inmeye çalışan bir hacı adayına görevli imam: ''Hacı Efendi sizin yüzünüzden hareket edemiyoruz. Lütfen inmeyin, yeter artık'' deyince Hacı Efendi, ''Kardeşim, bu hocalar bizim paramızla buralara geliyorlar bir de dövmedikleri kaldı…'' diye tepki verir. 
Medine Mekke arasında zaman zaman trafik kazaları yaşandığı için seminerlerde özellikle görevlilere '' Aman çok dikkatli olun, hacıların vebali üzerinizde, şoförler çok çalıştığı için yorgun oluyor. Onları uyutmamaya çalışın'' türü ikazlar yapıldığından görevli genç imam hacılarım zarar görmesin diye 400-500 km'lik yolda şoförü uyutmamak için tabiri caizse kırk takla atmaktadır. Tabi bu arada şoför arada bir ayaklarını direksiyonun üzerine atarak şov yapmaktadır. Şoförle uğraşırken genç imam da uyumamak için direnmektedir. Son 30-40 kilometreye geldiğinde genç imam dayanamaz uyur. Otobüs kalkarken görevliye tepki veren Hacı Efendi, ön koltukta oturan genç imamın şoförle olan uğraşlarını dikkatlice takip etmekte ve son demde dayanamayıp uyuduğunu görünce vicdan azabı çekmeye başlamaktadır. Netice de Mekke'ye varıp otele yerleşilir. Görevli imam odalarda hacıları ziyaret edip, hal hatır sorar. Başka bir odada yalnız oturan o Hacı Efendi'ye de hal hatır sorunca, ayağa kalkar ve ''Hocam çok özür dilerim. Otobüse binerken sana tepki gösterdim. Kalbini kırdım. Ama sen Medine'den Mekke'ye kadar bizlerin güvenliği için şoförü uyutmamaya çalıştın. En sonunda dayanamadın uyuyakaldın. O an da utanmasam kalkıp boynuna sarılacaktım. Ne olur hakkını helal et'' der. Bunun üzerine genç imam, '' Hacı Efendi önemli değil. Helal olsun. Elimizde olmadan bizlerde kırıcı olabiliyoruz. Sen de hakkını helal et'' diyerek helalleşirler.
Sözün özü: Organizasyonlarda insanlarla, kutsal topraklara giderken biraz daha sabırlı ve bilinçli olması gereken Müslümanlarla uğraşmak zordur. Tabiri halk ile bazen İsa'ya da Musa'ya da yaranılmaz. Peki niye?
TAVSİYE: 50 yılın birikimi olan, muhtevasında 660 adet farklı nasihatin yer aldığı ''Mahirane Söylemler'' kitabımı mutlaka okumanızı ve evlatlarınıza okutmanızı samimi olarak tavsiye ediyorum.  Yukarıdaki telefondan iletişime geçerek (benden imzalı olarak 35 TL)  temin edebilirsiniz.