“Sosyal, kültürel, siyasi ve iktisadi açılardan devasa krizlerin kuşatması altında olan dünyamız, tarihinin en zor dönemlerinden birini yaşamaktadır. Özellikle İslam dünyası savaşlar, işgaller, şiddet ve yoksulluk altında zor ve sıkıntılı süreçlerden geçmektedir. İnsanlığın yaşadığı buhranları, sosyal, kültürel, manevi hatta siyasi krizleri çözebilecek yegâne imkân, İslam’ın hayat veren evrensel hakikatleridir.”
Diyanet İşleri Başkanlığı artık suya sabuna dokunmadan “iman, ibadet, ahlak” konuları ile sözde meşgul olup, ülkede, İslam dünyasında ve dünyada olup bitenlere arkasını çevirmiyor, gözlerini yummuyor. Küresel ölçüde durum tespiti yapıyor, “İnsanlığın yaşadığı buhranları, sosyal, kültürel, manevi hatta siyasi krizleri çözebilecek yegâne imkân, İslam’ın hayat veren evrensel hakikatleridir” diyerek çözümün adresini gösteriyor.
“Yeryüzünü İslam’ın barış ve adalet mesajıyla tanıştırma mükellefiyeti taşıyan Müslümanların, öncelikle iç meselelerini çözerek vahdeti sağlamaları gerekmektedir. Bugün Müslümanların en temel sorunu parçalanmışlıktır. Coğrafi parçalanmışlığın beraberinde getirdiği zihinsel dağınıklığın neticesinde, gücünü ve imkânlarını yeterince kullanamayan İslam dünyası, emperyalist müdahalelere ve meydan okumalara, karşı koyamamaktadır”.
Bu pasajda dört can alıcı problem ele alınıyor:
1- Müslümanların bütün dünya insanlarına karşı sorumluluğu,
2- İslam dünyasında ve parçalarında coğrafi ve zihinsel parçalanmışlık, vahdet yerine tefrika,
3- Tefrika yüzünden içine düşülmüş bulunan güçsüzlük, gücün kullanılamaması,
4- Emperyalist müdahale ve meydan okumalara karşı koyma yükümlülüğü.
Karşımızda, böylesine sorumluluk duygusuna sahip, olabildiğince geniş-kapsamlı yükümlülük bilinci içinde, en önemli meselelerimizin farkında olan bir Diyanet var.
İslam’ın bize yüklediği sorumluluğu yerine getirebilmek için bu sorumluluk bilincine ve duygusuna sahip Müslümanlara (birlik ve bütünlük içinde bir ümmete) ihtiyaç var. Halbuki ümmet coğrafya olarak bölünmüş, parçalanmış, her bir parça bir ulus devlet olmuş, böyle bile olsa aralarında çeşitli alanlarda ve şekillerde birlik kurmaları mümkün iken bir çoğu birbirine düşmüş, düşmanı bırakıp “dost” ile savaşa tutuşmuş; dostu bırakıp düşman ile antlaşmalar, anlaşmalar, dostluklar kurmuş, işbirliği yapmışlar.
Birlik önce gönüllerde ve zihinlerde olur, bunu sağlayacak olanlar da topluluk içindeki âlimler, gönül adamları, kanaat önderleri ve münevverlerdir. Gel gör ki, ümmetin bu kesimi arasındaki ihtilaf siyasiler ve halklar arasındaki ihtilaftan daha çetin ve etkili. Etkili tabakayı, kısmen, kötü niyetli ümmet düşmanlarının kullandığı da oluyor. Misal çok da, herkesin hatırlayabileceği ikisini zikredelim: Filistin’e insani yardım götüren hamiyetli Müslümanlara İsrail’in uyguladığı vahşet ve zulüm karşısında susanlar olduğu gibi, İsrail’den yana ve Müslümanları suçlayan açıklamalar yapanlar da oldu. Bugünlerde “yeni Kral’ın”; yani veliahdın dehşetinden korkarak suspus olan bir Baş Müftüleri, yakın tarihlerde İsrail’e karşı savaşmanın caiz olmadığına fetva vermişti. Bu ülke âlimlerinin İhvan-ı Müslimîn aleyhine ağır ithamlarda bulunduklarını hatta bir kısmının onları tekfir ettiklerini de biliyoruz.
Ümmetin parçaları arasında bu dağınıklık, tefrika, gaflet, oyuna gelerek birbiri ile çatışma, düşmana karşı ve amaç için işbirliğinin yokluğu önümüzde en önemli mesele ve engel olarak duruyor. Diyanetimiz bu problemin farkında olarak çare arıyor, teşebbüslerde bulunuyor ve buna devam edeceğini açıklıyor.
Ümmeti (İslam ülkelerini) bir bütün halinde düşünsek un var, şeker var, yağ var, ateş var ama helva yapamıyoruz. Çünkü bunların her biri bir parçanın elinde ve bu parçalar bir araya gelmiyorlar. İslam dünyasında kör olası gözü olan emperyalistler bu parçaların bir araya gelmelerini engellemeyi bir numaralı strateji olarak uyguluyorlar. Tarih boyunca uygulanmış olan “parçala-yönet” kuralına uygun hareket ediyorlar, bütünü yutamayacaklarını bildikleri için lokma lokma bölerek çiğniyor ve yutuyorlar.
Ümmetin, aziz dine layık olan izzeti maddi ve manevi güce bağlı, bu güç vahdete bağlı, vahdet de tefrikayı dert edinmiş fertlerin, toplulukların ve kurumların gayretine bağlı.
Vahdete ulaşabilmek için yoldaki engelleri kaldırmak gerekiyor, gelecek yazıda bunlardan, bildiride yerini bulan birini ele alalım.