Tam insanın bir ruhu/nefsi bir de bedeni vardır. Din dilinde “kalb, ruh, nefs” aynı manada da kullanılır. Bedenin doymaya/beslenmeye ihtiyacı olduğu kadar ruhun da beslenmeye ihtiyacı vardır.
Tam insanlığını idrak edememiş ham adamlar yalnızca bedenlerini beslerler, ölünce bu bedenler kabirde çürür. Tamlığını idrak etmiş olanlar ise az çok ruhlarını da beslerler; ölünce bu ruh/nefs çürümez, yok olmaz, Berzah âlemine gider orada beslenmenin keyfiyet ve kemiyetine göre muâmele görür.
Tam insanlar yalnızca kendi beden ve ruhlarını doyurmazlar, başkalarına da yardım eder, onların da açlık ve tokluk hallerinden istifade etmesini sağlarlar.
Ramazandan Ramazana oruç tutanlar (bunu da tutmayanlar var da, Allah onlara orucu tattırmayı nasip etsin) o ay hariç yıl boyu bedeni beslerler, elbette diğer ibadetlerle ruhu da beslerler, lakin ruhun oruçla beslenmesinden on bir ay mahrum kalırlar.
Hamiyetli Müslümanlar, zekât, fitre ve kurban gibi farz ve vacip ibadetler dışında da ihtiyaç sahiplerine yardım ederek “bedence açların doymasını” sağlarlar, âlimler ve mürşitler ise “ruhların açlığını giderirler, bu manada açlar da tok olur, doyarlar”.
Ruhları beslemenin, insanın ta kendisi olan nefisleri eğitmenin, emmâreden rıza makamına kadar yükseltmenin genel ve kişilere özel yolları vardır ama bir eğitim aracı olarak açlık hemen her eğitilende ortaktır.
Az yemek, az uyumak, az konuşmak (yani bunları kontrollü yapmak) ve ibadetler, bedenin günahlara karşı zayıflamasını sağlar, ruhun/nefsin ise yücelere doğru tırmanmasını kolaylaştırır.
Hz. Mevlânâ’nın bir temsîli var:
“(Kurşun kalemi gibi) sivri uçlu bir kalem toktur, onu mürekkebe batırırsanız aldığı kadarıyla birkaç kelimeyi zor yazarsınız, (dolma kalem ucu gibi) divit ucu ise açtır; onu mürekkebe batırınca satırlarca yazarsınız…”
Ruhu beslemek, nefsi eğitmek maksadıyla bedence aç kalmak insanı divit ucu gibi yapar, insanın kemal yolculuğunda güç kaynağı gibi olan feyz (mürekkep) işte bu aç divite dolar, tok olana dolamaz.
Biz kullar eksik veya tam olarak yapabildiğimiz bütün ibadetleri Allah’a yaparız, peki niçin “Oruç benim içindir…” demiş!
Birincisi belki oruç görünmediği için ihlas (sırf Allah için olma) haline daha uygun olmasıdır.
İkincisi ise Ezel Bezmi’nden (Kâlû Belâ’dan) beri Rabb’inin hasretini çeken ruhumuzun, beden hazlarının engellerini aşarak vuslat devletinden nasip alma imkânıdır.
Şimdi merhum olan bir arkadaşımın, ayakkabı tamircisi bir tanıdığı varmış, yemek yeyince, “Şükür bugün de nefsi körelttik” dermis. Arkadaşım bana bunu anlatınca şöyle demiştim: Asıl insan aç olunca nefis körleşir, günaha mecali kalmaz, bedeni besleyince nefis gözlerini dört açar ve harama helale sarkıntılık etme gücü bulur.
Bu nefs-i emmâre ile ilgili bir açıklama idi.
Nefis oradan birkaç basmak yukarıya çıkınca kemal yolcusu, günah işleme gücüm zayıflasın diye aç kalmaz (oruç tutmaz), yeme içme, cima vb. zevkinden âzâde kalarak Rabb’ine yaklaşmanın tarifsiz zevkine ermek için oruç tutar, açlığı tokluğa tercih eder.
Gelin ey ruhu aç, bedeni toklar, şunu tersine çevirelim!
Bulamadıkları için açlık çekenleri ise doyurarak ruhun ve nefsin açlığını düşünme fırsatı verelim.
Biz şükürden aciziz işte boynumuz bükük
Senin affın rahmetin günahımızdan büyük
Lütfettin üç ayları rahmet ayını gördük
Bu rahmet deryasına soyunup dalmak yeter
Nefsimizi yarattın o bizim özümüzdür
“Kâlû Belâ” ezelde verilmiş sözümüzdür
Namazla seni anmak aydınlık gözümüzdür
En büyük mutluluğu kullukta bulmak yeter
Nefsimin ruha bakan penceresini açtım
Oruçluyum mutluyum hâlbuki susuz açtım
Fânîden kurtuldukça Bâqî olana kaçtım
Yemek içmek yerine huzurda kalmak yeter
Nefis fâni olunca huzura açlık başlar
Huzur sevinci olur gözden dökülen yaşlar
Mâsivâdan huzura göç edelim kardaşlar
Bu mutlu göç yolunda sararıp solmak yeter