Bir hayal gibi durmadan içine daldığım hakikat. Asırlar öncesine dayanan, gönüllere kadim ilaçları serpen. Kâinatın uğruna gülistana çevrildiği güzel ahlak abidesi iki cihan güneşi Hz Muhammed Mustafa Sav. Ve onun iyiliğe, güzelliğe uzanan hikâyesi hayret makamının müdavimi kılıyor beni
Taş kesilmiş kalpler, dünyaya meyil etmiş gönüller ve nefsinin kölesi olmuş eşrefi mahlûkatın her biri itirafa mecburdur. Onun aşkı düştü mü gönüllere imkânlar zorlanır. Çölde kumlar sıcaktan değil aşktan sarhoş olur. Mutluluğa açılan pencereler, göğe uzanan o masum eller ve gönüllere gelen esenlik insanı aşka götür. Bir kütüğün ağlamasına şahit olur ümmet. Bir bulutun, yaz sıcaklığında aşka gölge olmasına…
O gittiği her yere huzur götürdü. O'nun getirdikleriyle insanlar iyiliği yaydı evrene. Ay, Yusuf'u (A.s) gören kadınlar gibi eridi dönü hilale. O yürürken, ayağına bir taş takılıp da düşmesin korkusuyla Bedir titriyordu heyecandan. Yine oydu teskin eden koca dağı.
Çakıl taşları dile gelebilir miydi? Haykırabilir miydi bir kâfirin elinde ''La ilahe illallah'' diye. Görmesini bilen gözler, dile dökmeye mecburdu.
O gitti gideli ne tat ne huzur kaldı. Müminler gaflete daldı. Akıl uçup gitti. Gönlün mecnun olmasına kalbi dayanmadı. Ezanlar sustu bir vakit. Bilal mescide giremez oldu. Ve biz ey nebi. Seni görmeden sevenler. Uğruna malını, mülkünü, evladını, anne ve babasını feda eden kardeşlerin. Seni görmeye öyle istekliyiz ki. Çıkıp gelsen deven evimizin önünde dursa. Altı ay değil altı asırda olsa dursan hiç gitmesen bizden ne iyi olurdu. Bakma gitme dediğimize. Ölüm hak ölüm mutlak. Acımızdandır. Dilimizde gönlümüz gibi mecnun olduğundandır. Hani demiştin ya '' Beni Hud suresi ihtiyarlattı'' bilmiş ol ki bizi de senin gidişin ihtiyarlattı…