Hayatta her işin sürebilmesi için. Çeşitli hengâmelerden geçmekle beraber, bunun yanında mutlaka bir kolaylık yolunun da olması icap etmektedir. Öyle ki koca denizi aşıp başka bir yere gitmek için bile gemi, vapur, feribot vasıtadır. Hak âlemde de durum öyle. İmtihan için gönderildiğimiz dünyada, Hakkın farz buyurduğu ve peygamberler hayatından öğrendiklerimizle hayata tutunmaya çalışıyoruz. Hakkın sözünü anlayabilmemiz için yüce kitap (Kuran-ı Kerim) bir vasıtadır. Peygamberler de onları tebliğ etmek için gönderilmiş elçilerdir. Hiçbir peygamber yoktur ki, hakkın buyurduklarını bize iletmek için vasıta olmasın.
Tasavvufta da durum tamamen aynıdır. Her asırda kıyamete denk Allah dostları olacaktır. Arayıp bulmaktan öte, buldukları hakikati yalnız akıl ile ele almak kâfi değildir. Aklın damsız olup da giremediği mana âleminde, hak aşkıyla yanar deli gönül. Aklın varacağı en son nokta kendi kendisini yok etmektir. Gönül kapısı açık olmayanın akılla varacağı yer tıpkı İslam'ı kabul etmeye ramak kalan filozofların kaderi gibidir. La'dan İlah'a geçememe hali gibi…
Nice insan var ki, aklın son noktasına varıp gönlüne hak aşkın nazarını almamış diye haktan bihaber yaşamıştır. Garplıların yanında ben Müslümanım diyen dostlarda tasavvufa dil uzatırken, kendini bilmez meczuplar yüzünden şirke depar attığından bile gafil yaşamaktadır.
Abdulkadir Geylani Hazretleri; Mektubatında da buyurduğu üzere. '' Himmet diyen müritlerimin yardımına koşarım. Allah bana böyle bir vasıf verdi''
Evet, insanı kâmil vasfına sahip insanların hak nazarındaki yeri tabi ki de bizlerden farklıdır. Soyu peygamber soyu olan evliyaların yolu nasıl gül döşeli olmasın ki. Bunu izaha akıl tek başına kâfi gelebilir mi hiç?
Tasavvufta vasıtanın önemi büyüktür. Mürşidine itaat etmek gerekir. Nebilerin yolundan gitmek nefsi terbiyeden geçer. Nefsi terbiyede başarının sırrı da Mürşit'ten aldığımız ödevlerden geçer.
Yol hak yolu olsa da, bir hak dostunun kılavuzuna ihtiyaç vardır. Selam olsun bizlere bu yolda rehberlik edecek hak dostlarına…