Ellili yaşlarda olsaydım. Muhtemelen yaşadıklarım yaşım gereği der doğal karşıladım. Yirmi dokuzunda yolun yarısını geçmiş gibi bir hüznün yüreğimde yer aldığını görünce hayretler içerisinde kalıyorum. Aklım almıyor. Hiç yaşamadığım devrin eşyalarını, kağıtlara düşen notalarını, siyah beyaz film tadında caddelerini özlerken buluyorum kendimi. Bir garip hal var içimde. Bir uzun kış gelip konuyor saçlarıma. Üşüyorum bir başınalığımda.
Gün mü erken bitiyor yoksa ben mi yaşanmıyor kabul edip geceye bırakıyorum kendimi bilmiyorum. Bildiğimse gecede daha özgür hissediyorum. Bir teselli oluyor gecede ay. İçimdeki çocuğun duasına amin oluyor. Çocuk oturunca duaya, duanın çocuklaştığını görüyorum.
Ne yaşadığım mahalle, ne geçtiğim cadde, ne dizlerimi kırıp oturduğum balkonun bir ruhu var. Hiçbiri olmasını istediğim çağa ait değil. Ve ben artık çok daha iyi anladım ki, kırgınım bu çağa...
Bir yol var görüyorum. Bir şehir ki, başka hiçbir yerde eşine rastlamadığım İrem şehri gibi. Geçmiş şehrine inerken, yüreğimi okşayan rüzgarın beni alıp adeta masallar diyarına götürdüğüne şahit oluyorum. Orada elimle koymuş gibi buluyorum aradığım huzuru. Oturup konuşuyoruz uzun uzun. Hiç bitmeyen kış masalları gibi…