Tıpkı babanın evlatlarına bıraktığı maddi manevi miras gibi, devletlerin de kendinden sonraki devlete bıraktığı miras vardır. Bu açıdan bakıldığından, Türk devletleri silsile itibariyle birbirinin devamı olup kendinden sonrakilere millet, toprak, mimari eserlerle, tarih, şan ve şeref bırakmışlardır. Bu bizim tarihimiz açısından böyledir. Hitler ismi Almanya tarihinde bir kamburdur ve Hitler'i övmek suçtur. Bizim tarihimizde böyle kamburumuz olmadığı gibi, adalette, centilmenlikte, yardımseverlikte, kahramanlıkta çok büyüğümüz vardır.
Osmanlı Devleti bize Anadolu ve Trakya topraklarını, Halep'in kuzeyinden doğuya Kerkük'ün güneyine bir çizgi çizersek, mevcut topraklarımızla beraber aşağı yukarı 1.000.000 metrekare toprak bıraktı. Biz bunun 780.000 km2'sini koruyabildik. Kuzey Suriye ve Kuzey Irak'ı kaptırdık. Şimdi Türkiye'ye tehdit ve saldırı bu topraklardan geliyor. Çünkü güney sınırlarımız bölge halkının görüşüne başvurularak belirlenmemiş suni olarak çizilmiştir. Hatay, Fransa ile yapılan 1921 Ankara Antlaşması’nda özerk bölge olarak ayrılmış, demiryolu Suriye sınırı olarak belirlenmiştir. Nehirleri, dağların zirvesini denizleri anladık da hangi ülkede demiryolu güzergâhı sınır olarak belirlenmiştir! Haydi, öyle belirlendi diyelim, o zaman neden Nusaybin'den sonra demiryolu takip edilip Musul'a kadar inilmemiştir. İsmet Paşa'nın gereksiz teklifi ile Musul konusu Lozan Barış görüşmelerinin gündeminde çıkarılıp nihai karar, Türkiye'nin üye bile olmadığı, İngiltere'nin etkisi altındaki Milletler Cemiyeti’nin vereceği karara bırakılmıştır. Haydi, Milletler Cemiyeti Musul'un Irak'a bırakılması kararını aldı diyelim: İngiltere Musul'un yönetimi altındaki Irak'a bırakılması kaydıyla Musul-Kerkük petrollerinin yüzde 15'ini süresiz olarak Türkiye'ye ayrılmasını kabul edecek iken, neden 25 yıl süre ile yüzde on paya razı olunmuştur? Çünkü İngiltere ile yürütülen görüşmelerde; her ne pahasına olursa olsun biran önce uzlaşmak isteyen vesveseli bir Başbakan İsmet İnönü ve Cenevre görüşmelerinde uğradığı yenilginin ardından, hükümet içindeki konumunu sallantıda gören zayıf bir Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras vardı. Bu ikilinin görüşü doğrultusunda İngiltere'nin petrolden Türkiye'ye 25 yıl süre ile yüzde on pay verilmesi kaydıyla Musul’u Irak'a bıraktı.
Türkiye 1934 yılından itibaren almaya başladığı petrol gelirlerinden 25 milyon 712 bin TL gelir elde etti. Yani Musul 25 milyon liraya satıldı. O zaman, Güneydoğu Anadolu'ya her an Musul'a yürüyecek durumda bekleyen 50.000 asker gönderilmişti. Başbakan İsmet İnönü ile Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras dışında; Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak ile Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ve ona yakın olanlarla TBMM'deki milletvekillerinin çoğunluğu Musul'u ele geçirmek taraftarıydı. Hatta Türk kuvvetleri Irak'a girmiş bazı karakolları ele geçirmişti. Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak ile 7. Kolordu komutanı Cafer Tayyar Paşa harekâtın devam ettirilerek Zaho ve İmadiye'nin alınmasını önerdiler, ancak dönemin bakanlar kuruluna kabul ettiremediler. Bu sırada Ekim 1924'te üst komutanların ordudaki görevlerinden ayrılmaları İngiltere ile savaşa girme konusunda olumsuz etki yarattı ve belirttiğimiz gibi, Musul 25 milyon TL'ye satıldı. Baba Osmanlı'nın mirasına oğul Türkiye'nin yöneticileri sahip çıkmadı. Şimdi ülke olarak Suriye ve Irak'ta bu ihmal ve kayıplar nedeniyle tehdit alıyoruz, hedef oluyoruz. Bu işi halletmek günümüz Türkiye yöneticilerine kalmıştır.
Toprak kapma sevdalısı değiliz, ama şurası bir gerçektir ki: Kuzey Suriye ve Kuzey Irak'tan gelen tehdit devam edecektir. Bunu önlemenin yolu bu bölgelerde egemen olmaktan geçiyor. Türkiye üzerine oynanan oyunları önlemenin, ülkemizin güvenliğini sağlamanın başka yolu yok.