"Balkan" kelimesi günümüzde sıkça tartışılmakla birlikte etimolojik olarak Osmanlı'nın adlandırması ile ortaya çıkmış ve dünya dillerinde dahi özünü koruyarak kullanılmaya devam edilmiştir. Ancak kimine göre kavramın anlamı "Balkanlaşma" olarak olumsuzluğu çağrıştırmak için kullanılsa da bizim için Rumeli'yi, Avrupa'daki Türkiye'yi karşılamaktadır.
Kavramın özü itibariyle gerek tarihsel bağlamda gerekse kültürel ve sosyolojik gerçekler bölgeye bakışımızın eksenini belirlemektedir. Balkan Savaşları'ndan sonra bölge ülkelerinin birer birer Osmanlı'dan ayrılması ve sonrasında "ulus-devlet" paradigmasıyla bağımsızlık ilan etmeleri, genç cumhuriyetimizde olumlu karşılanmadı. 1923 Yabancılaşma Döneminde Ortadoğu ve Kafkaslar'daki tutumuzdan Balkanlar da nasibini aldı. Özüne ve tarihi gerçeklerini/bağlarına yabancılaşma girişimleri neticesinde bu coğrafyalardan uzaklaşabildiğimiz kadar uzaklaştık.
İki kutuplu dünya düzeninde ise bu bölgeyi komünizme terk ederek kayıtsız kaldık. Bu dönemden soğuk savaşın bitişine kadar ABD'nin ve NATO'nun aparatı gibi hareket etmek suretiyle pragmatist politikalar izlemeye çalıştık. Bölgeyle ilgili tutumumuz özellikle Bulgaristan'daki soydaşlarımızın asimile edilmeye çalışılmasıyla değişmeye başladı. Bu değişimi Bosna-Hersek ve Kosova'da meydana gelen trajik durumlarla daha da ileri taşıyarak bir paradigma dönüşümü/açılımı gerçekleştirdik. 
Bugün ise yine Bosna-Hersek ve Kosova'daki garantör ülke olmamız vesilesiyle Balkanlar'daki varlığımız "yumuşak güç" ekseninde gerçekleşmektedir. Yine aynı şekilde diğer Balkan ülkelerindeki tarihi mirasımız ve kültürel varlıklarımızın korunması, restore edilmesiyle ikili ilişkilerimizi geliştirmekteyiz.,
Bosna-Hersek ile ilgili önceki yazılarımızda ele aldığımız kaotik durumların birikerek artması, ülkemizin Balkan diplomasisini daha canlı hale getirdi. Bu çerçevede Bosna-Hersek, Sırbistan, Hırvatistan, Arnavutluk ve Kosova ile ciddi anlamda mekik dokuduk. 
Bosna-Hersek'te Dayton Ateşkesi ile ortaya çıkan siyasi çıkmazları yine ısrarla anlatmaya çalıştık. Bugün ise geldiğimiz noktada uluslararası toplumun baskısı ve Türkiye'nin itidalli duruşu ile Sırbistan Başbakanı Vuciç, Sırp entitesinin uyguladığı boykotu sonlandırma çağrısı yaptı ve Milorad Dodik geri adım atmak zorunda kaldı. 
Cumhurbaşkanımız Erdoğan, 17 Ocak'ta yılın ilk yurtdışı seyahatini Arnavutluk'a yaptı. Öncesinde gerek Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu, gerekse Milli Savunma Bakanımız Hulusi Akar hem Bosna-Hersek'e, hem de Kosova'ya bizzat giderek krizin sonlanması ve hatta olası bir savaşın başlamaması için diplomatik görüşmelerde bulundular. 
Ülkemizin yöneticilerinin Balkanlar için yürüttükleri diplomasi yumuşak güç ekseninde görünse de işin iç yüzünde güvenlik politikası olduğunu görmemiz gerekmektedir. Bosna-Hersek'te olası bir savaş -ki her an kuvvetle muhtemel- tüm bölgeyi etkisi altına alacak ve sosyo-ekonomik sorunları beraberinde getirecektir. Dolayısıyla Milorad Dodik ve destekçilerinin durdurulması için Arnavut-Boşnak birlikteliği tüm bölgenin güvenliği için elzem görünmektedir. Türkiye, bu birlikteliği karşılıklı bağımlılık üzerinden sağlamaya çalışarak takdire şayan bir diplomasi yürütmektedir. 
    Arnavutluk Başbakanı Edi Rama, Erdoğan için, "Söylediği sözü tutan ve onu gerçekleştiren güvenilir bir dost derken" Sırbistan Başbakanı günübirlik Türkiye'ye gelmek suretiyle "Bosna-Hersek için güvence bildirdiğini" deklare etmektedir. Ülkemizin Balkanlar'daki itidalli duruşunu ve yumuşak güç unsurlarıyla var olmasını ya da çalışma yapmasını "yayılmacılıkla" suçlayan çevrelere rağmen, bölge ülkelerinin bu açıklamaları yayılmacılığın değil, reel diplomasinin karşılığını göstermektedir.
Sonuç olarak tırmanan gerginliği dindirecek açıklamalar gelmeye başladı ve tansiyon düşüyor. Bazı pragmatist diplomatların sadece "ekonomik çıkar" temelli zihniyetlerine rağmen pragmatizmi dostane ilişkilere çeviren bu diplomatik anlayış bölgenin en fazla ihtiyacı olan durumdur. Dolayısıyla Balkanların Ortadoğu'ya dönüşmemesi için yürütülen çalışmaları desteklemeli, marifeti iltifatla yad etmeliyiz.
Vesselam…