Vakıf, sözlükte durmak, durdurmak, alıkoymak anlamlarındadır. Terim olarak, bir malın maliki tarafından dini, ictimar ve hayri bir gayeye ebediyen tahsisidir. Bir başka ifadeyle vakfedilen malın mülkiyetini, vakfedenin mülkünden çıkarıp Allah'ın (kamunun) mülkü haline getirmektedir.
Vakıf kelimesinin çoğulu (Evkaf)'tır. İslam ülkelerinin toplumu ve kültür hayatında önemli rol oynayan hayır müesseselerinin temelinde vakıf anlayışı vardır.
Al-i İmran Suresi 92. ayette: "Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça gerçek iyiliğe ulaşamazsınız" buyurulmaktadır. Bu ayet, hayır yolunda harcamaları teşvik etmektedir. Bu ayetin nüzulü üzerin sakabeden Ebu Talha: "Rabbim bizden mallarımızı kendi yolunda harcamamızı istiyor. Ey Allah'ın elçisi, en sevdiğim Beyruha arazimi/hurmalığımı Allah için tasadduk etmek istiyorum" dedi. Hz. Muhammed (sav)'in araziyi en yakın hısımlarına vermesini tavsiye etmesi üzerine onu amcasının oğlu ve diğer hısımları arasında taksim etmiştir.
Hz. Peygamber (sav)'in kalıcı eserler yaptıranların bu yaptıklarını (sadaka-ı cariye) kıyamete kadar sürüp gidecek bir sadaka olduğunu, bunlardan yararlanıldığı sürece amel defterine sevap yazılacağını belirtmiş olması da vakıf anlayışının temelini oluşturmuştur.
Bu konularda Hz. Peygamber (sav)'de öncülük yapmıştır. Medine'deki bazı arazilerinden başka Fedek ve Hayber hisselerinin bir kısmını da müslümanların yararına tahsis etmiştir.
Hz. Osman, Medine'deki bir Yahudi'ye ait olan Rume kuyusunu satın alarak bütün müslümanların yararına tahsis etmiştir.
Hz. Ömer de çok sevdiği bir araziyi vakfedişini şöyle anlatıyor:
"Allah'ın elçisine gittim. Hayber topraklarının taksimi sonucu, ömrümde sahip olmadığım güzel ve değerli bir arazi bana isabet etti; bu konuda ne buyurursunuz, dedim. O da: "İstersen malın mülkiyetini elinde tut, semeresini ve gelirini yoksullara tasadduk et" buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer, arazisini; satılmamak ve mirasla da geçmemek üzere yoksullara, yakın hısımlara, miskinlere, yolda kalmışlara, Allah yolunda savaşanlara ve azatlık anlaşması yapan kölelere vakfetti. Mütevellinin de bundan örfe göre yiyebileceğini şart koştu. Bu konuda bir vakıfname düzenleyerek kızı Hafsa' ya, sonda da nesline teslim ve vasiyet etti.
İşte tarihte yazılı olarak düzenlenen ilk vakıfname, Hz. Ömer'in Hayber arazisi vakıfnamesidir.
Sabeden Cabir b. Abdullah'ın "Ben muhacir ve ensardan mal sahibi olup da vakıf yapmamış bir kimse bilmiyorum" sözü, vakıf anlayışının Hz. Peygamber (sav) ve arkadaşları tarafından ne kadar çok uygulandığının delilidir.
İslam dünyasının her yanında bulunan mescit, cami, mektep, medrese, tekke, zaviye, kütüphane, imarethane, hastane, misafirhane, kervansaraylar vakıf eserlerdir. Bunların bakımı, giderleri, personelinin maaşları ve binalarının tamirleri de vakıf sahibinin görevidir.
Ayrıca çeşmeler, sebiller, su yolları, hamamlar, makbereler, yollar, köprüler, sokakların tanzimi, kaldırımların yapımı, sulama şebekeleri, deniz fenerleri, sokak aydınlatmaları, kanalizasyonlar gibi pek çok alt yapı vakıflar tarafından yaptırılmıştır.
Vakıflar, esirleri hürriyetlerine kavuşturmak, fakir kızların çeyizlerini temin etmek, hacca gidemeyenleri hacca göndermek, göçmen kuşlara kuş barınakları tesis etmek gibi sosyal içerikli pek çok faaliyetlerde bulunmuşlardır.
Bu anlamda İslam beldelerindeki pek çok yapı, vakıf eseridir. Mesela İstanbul, başlı başına vakıflarla kurulmuş bir hayrat şehridir.
Vakıf anlayışının temelinde iman ve fedakârlık olmakla beraber ekonomik gelişmişlik seviyesiyle vakfetme ve hayır yapma arasında doğrudan ilişki vardır.
Tarihimizde vakıf medeniyetinin izleri, önemli yer tutmaktadır. Selçuklu ve Osmanlı'dan beri süren bu anlayış sayesinde insanlar; bir vakıf hastanede doğmuşlar, vakıf beşikte büyümüş, vakıf çeşmeden su içmiş, vakıf tarladan beslenmiş, vakıf çarşıdan alışveriş yapmış, yolculuğunda vakıf hanlarda ve kervansaraylarda konaklamış, vakıf medreselerde eğitim görmüş, vakıf camide ibadet etmiş, vakıf dergahta irfanını geliştirmiş, vakıf hastanelerde tedavi görüp ilacını almış, ömrünün hitamında bir vakıf tabutla vakıf mezarlığına defnedilmiştir. Yani hayatının her aşamasında vakıf medeniyetinin yeri olmuştur.
Tarihte sosyal hayatımızda çok önemli yeri olan vakıfların pek çoğu satılmış, özel mülkiyete geçmiştir. Buna rağmen Vakıflar Genel Müdürlüğümüz bünyesinde Osmanlı Devleti'nden intikal eden 40.000'den fazla vakıf vardır. Bu vakıfların yıllık geliri 300 milyon TL'yi aşmamaktadır. Bunlara ilaveten Cumhuriyet döneminde kurulan bu yeni vakıfların mal varlığı 13 milyar TL'dir. Diğer ifadeyle 6,5 milyar dolardır.
Oysaki ABD ve Avrupa'nın vakıf faaliyetleri çok daha hızlıdır. ABD'deki hayır faaliyetlerinde bulunan vakıfların sayısı 100.000'dir Bu vakıfların bağışları 300 milyon doları bulmaktadır.
Avrupa Birliği ülkelerinde ise 110.000 vakıf bulunmaktadır. Bunların toplam mal varlığı 350 milyar avroya ulaşmaktadır. Avrupa vakıflarının yıllık harcamaları ise 150 milyar avroyu bulmaktadır.
Avrupa ve Amerika menşeli vakıflar, sadece kendi ülkelerinde faaliyet göstermekle yetinmiyorlar, dünyanın her yerinde ülkelerinin çıkarları doğrultusunda çalışıyorlar. Bu bağlamda bu vakıfların ülkemizde medyayı, yatırımları, sağlık eğitim ve enerji politikalarını yönlendirme konusunda etkin rol oynadıkları bir gerçektir. Amerikan kaynaklı Rockfeller ve Soroz vakıfları ile Alman vakıflarının bu tür faaliyetleri bilinmektedir. Pek çok Avrupa ülkesine ve ABD'ye ait vakıfların Türkiye'de eğitim kolejleri ve hatta üniversiteleri bulunmaktadır.
Biz ise dış ülkelerde Türk kimliğini korumak, Türkçeyi yaygınlaştırmak, sapık inançlara karşı İslam inancına sahip çıkmak için vakıf çalışmalarında çok geç kaldık. Bu boşluğu yıllarca dış destekli bir ekol doldurdu. O da ülkemizde aleyhinde lobi faaliyetine dönüştü.
Bunun farkına varan devletimiz, Maarif Vakfı ve Yunus Emre Vakıflarıyla Türk Kolejlerini devralarak yurt dışında müsbet faaliyetlere hız verdi. Bu tür vakıf faaliyetlerinin hızla artarak devam etmesini diliyoruz.
Endişemiz, Türkiye'de eğitimi yabancılar yönlendirdikleri zaman gelecek neslimize onların hâkim olmasıdır. Bunu, asla kabul edemeyiz.
Sağlık konusunda da yabancıların kâr amaçlı yatırımlarının dışında bir de stratejik amaçlı sağlık yatırımları ile art niyetli politikalar uygulamalarını kaygıyla karşılarız. Nüfus artış politikalarımızdan milli ilaç sanayinin gelişmesini baltalayıcı çalışmalarda bulunmalarından endişe duyarız.
Ülkemiz kalkınmasında kilit rol oynayacak olan büyük projelerin engellenmesi için batılı vakıfların çevrecileri kışkırtma politikalarını dikkatle izlemek gerekir.
Demem o ki yabancı vakıfların bize hayrı dokunmaz. Onlar, emperyalizm yan kuruluşlarıdır. Yapmamız gereken; yerli ve milli nitelikli vakıfları destekleyerek geleceğimizi inşa edebilmektir.