Bir ezan sesi duydum
taa uzaklardan
barışa çağıran!
sonra masum insanları
hayal ettim
yediden yetmişe
çağrıya, kurtuluşa koşan,
sonra bir silah sesi!
ve namludan çıkan bir mermi
dört yüz kilometre hızla
tam aklıma saplandı,
benliğim sarsıldı
aklım durdu!
götürdü bir anda bin yıl geriye
Sultan Alparslan'dan Ertuğrul Bey'e,
Malazgirt'ten Söğüt'e
Osman Bey'den Murat Hüdavendigar'a
İstanbul'dan Kosova'ya
Sultan Fatih'ten Kanuni'ye
Abdülhamid Han'dan Gazi Mustafa Kemal'e
gittim geldim
lakin bilemedim…
ne vicdan ne akıl erdi
olanı anlamaya
kavramlar yetmedi
yapılan katliamı,
caniliği tanımlamaya.
ahh eski dünyanın merhametsiz
akılsız köhne aklı
nasıl da köle yaptın sinsice
yeni dünyayı kendine,
nasıl da gizledin
kadifeyle kaplayıp kuşandığın silahı.
ve nasıl da görmedik
medeniyet zırhı içinde koruduğun canavarı
ve dişlerini nasıl da geçirdin masumlara,
"merhaba kardeşim" diye karşılayan
o güzel sözlü yüzü nasıl soldurdun,
ve onbeş martta dip yaptın,
ve yazık ki Yeni Zelanda'yı da sınıfta bıraktın…
ve nasıl da bi-habersin hala!
"Kim olursan ol yine gel!" diyerek
eski dünyanın kalıplarını kıran, kaldıran
ve yeni dünyayı
"artık yeni şeyler söylemek lazım!"diye
sevgiyle selamlayan Mevlana'dan,
ve "Ben gelmedim dava için, benim işim sevi için" deyip
gönüller yapmağa gelen Yunus Emre'den…
çok taş kalplisin çok!
makinelerin kadar soğuk
silahların kadar ruhsuzsun
aklı var dediğin teknolojin vicdansız!
sızlar, olsa belki
lakin yok ki yüreğin
ve anlamak istemediğin için
anlamazsın gönülden, sevgiden,
insani değerden.
ne söylense boş sana
ne söylesem anlamazsın.
ve onbeş martta,
farkındasın, yine dip yaptın,
ve yazık ki yeni dünyayı,
Zelanda'yı da yuttun!