Peygamber, ya da peygamber varisi âlim, zahit, arif ve mürşitlerle aynı ortamda veya sohbetlerinde bulunma, insanlara huzur ve güven verdiği gibi hakka ulaşma konusunda da en önemli vasıtalardır.
Sohbet ve birliktelik sayesinde insan, sohbetine devam ettiği şahıstan ister istemez etkilenerek kabiliyet ve istidadına göre onun boyasıyla boyanır. Şahsiyeti onun şahsiyetiyle bütünleşir ve aynîleşir. Peygamberimizin yanından hiç ayrılmayan, o'na gönülden bağlı olan Hz Ebû Bekir o'nun kemâlinin ve cemalinin aynası olmuştur. Bir bakıma önce Peygamberimizde sonra da Allah (cc) da fenaya ermiş, vuslatı bulmuş, marifet-i İlahiyye nin kaynağına ulaşmıştır. Nitekim Peygamberimizin vefatı sırasında bütün herkes şaşırmış, Hz. Ömer bile kılıcını çekerek: "Kim Muhammed öldü derse boynunu vururum." demişti. Hz Ebû Bekir ise fena fillah'a ermenin ve Allah ile bekayı bulmanın aydınlığı içerisinde önce Peygamberimizin yüzündeki örtüyü kaldırarak baktıktan sonra: "Ölümün de hayatın gibi güzel. Sen iki kere ölmeyeceksin, mukadder olan ölümü tattın." demiş ve dışarı çıkarak: "Ey insanlar! Muhammed de bir insandır ve diğer faniler gibi ebedi âleme intikal etmiştir. Allah ise bakidir, diridir." Dedikten sonra şu ayeti okumuştur: "Muhammed ancak bir peygamberdir. O'ndan önce de nice peygamberler gelip geçmiştir. O, ölür ve öldürülürse siz ökçeleriniz üzerinde gerisin geri (eski dininize) mi döneceksiniz?" (Âli İmran 144) Hz. Ebû Bekir, bu konuşmasıyla gönlü Hz. Peygamber sevgisiyle dopdolu olan Hz. Ömer gibi sahabîleri yatıştırmıştır.
Peygamberimizin sohbetleri, sahabeye ruhanî bir hayat yaşatır, dînî bir his verir, aşk, vecd ve muhabbete gark ederdi. Ashâb o'nun konuşmalarını, başlarındaki kuşu uçurmaktan korkan kimsenin titizliği ile huşu içerisinde ve dikkatle dinlerlerdi. Hz. Ebû Bekir ve diğer sahâbîler, bu sohbetlerde aldıkları ve öğrendikleri aşk, vecd ve heyecanı kendilerinden sonrakilere nesil be-nesil aktararak yaşatmışlardır. Bu nedenle Allah Resulünün ruhanî hayatı kaybolmadan altın silsile içinde günümüze kadar ulaşmıştır. Ancak bu ruhanî hayat yazılabilecek ve sözle anlatılabilecek bir husus olmadığı için samimiyyet ve ihlas sayesinde gönülden gönüle aktarılarak günümüze kadar intikal etmiştir. Peygamberimizin "Allah kalbime neyi ilka ettiyse ben de onu Ebû Bekir'in sadrına ilka ettim." buyurması bu hal yansımasının bir ifadesidir. Kur'an'da: 'Bilesiniz ki Allah'ın Resulü aranızdadır.' (Hucurat 7) buyrulması, bu yolla Muhammedî hasletlere sahip insanların aramızda daima bulunacağına işaret etmektedir.
O'nun Allah yolunda ve Peygamberimiz uğrundaki fedakârlığı ile boy ölçüşebilecek bir başkasını tarih kitapları kaydetmemiştir. Siyasi idarede iki yıl gibi kısa bir zamanda çok mühim işler başarmıştır. Mürtetlere hadlerini bildirerek, yalancı peygamber Müseylemeyi etkisiz hale getirmiştir. Kur'an sayfalarını bir araya getiren ve bir yıl süreyle hiç kimsenin haksızlık iddiasıyla başvurmaya gerek duymayacağı şekilde mahkemelerin ve hapishanelerin boş kalmasını sağlamıştır. Dünyada benzeri görülmemiş bir adalet dağıtıcısı olan Hz Ebû Bekir, Peygamberimizin sağlığında da halkın hizmetine koşan, genç-ihtiyar herkese yardım etmeye alışan bir fazilet abidesiydi. Nitekim bir gün Peygamberimiz: "Bugün içinizde oruçlu olan var mı?" Bir tek Hz. Ebû Bekir'den "Evet" cevabı gelir. Allah elçisinin peş peşe sorduğu: "Bugün hiç cenaze teşyiine iştirak edeniniz oldu mu? Bugün bir yoksulu doyuranınız var mı? Bugün bir hasta ziyaretinde bulunanınız oldu mu?' şeklindeki sorularda da sadece O'ndan müspet cevap gelince şöyle buyuruyor: "Bütün bu faziletleri kendisinde toplayan kimsenin gideceği yer cennettir" Bunlar o'nun en güzel örneği olan Allah Resulünden öğrendiği ve ümmete örnekler halinde sunduğu faziletlerdir.
Hz. Ebû Bekir huşu ve takva üzere ibadet ederdi. Namaza kalktığında havf ve haşyetinden dolayı titrer, fakat kalbindeki huzur hali sebebiyle huşûunu korurdu. Yanık sesiyle Kur'an okurken ağlar, dinleyenleri de ağlatırdı. Allah aşkı ile ciğeri püryan olduğundan yanında duranlar onun ağzından yanık ciğer kokusuna benzer bir koku duyduklarını anlatırlar. Kendisi "Keremi takvada, zenginliği yakîn elde etmede, şerefi engin gönüllülükte buldum." demiştir. O'nun coşkulu ibadeti, yanık ve ağlamaklı bir sesle Kur'an okuyuşu pek çok Mekkeli 'nin müslüman olmasına vesile olduğu için müşrikler O'nu açıktan namaz kılmaktan ve Kur'an okumaktan menetmeye çalışmışlardı. Zekâ, feraset ve sezgi yönünden son derece güçlüydü. Rüya tabirinde de mahirdi. Peygamberimizin yakınında olmasına rağmen sözlü rivayet ve nakillerinin azlığı sebebiyle müşahede erbabının ve hal ehlinin öncüsü sayılmıştır. Çünkü hal, kal ile anlatılamaz, ancak yaşanarak anlaşılır.
Kendisi maldan ve dünyaya ait şeylerin sevgisinden geçmiş, tevhit gerçeğine ermek için mihnet, çile ve sıkıntı yolunu seçmişti. "ilahi, dünyayı bana genişlet ve beni ona karşı zahid yap" diye dua ederdi. Yani bana önce dünyamı ver, sonra onun afetlerinden korunmak için sevgisini gönlümden al ve ben ihtiyarî fakr içinde olayım, demek isterdi. Varlığa sevinmez, yokluğa yerinmezdi. Takva ve vera ehli bir kimse idi. Ağza giren ve ondan çıkanın Allah ve Resulünün istediği istikamette olmasının vera olduğunu bildiği için haram ve şüphelilerden son derece sakınırdı. Nitekim birisinin ikram ettiği sütü içtikten sonra haram olduğunu öğrenince parmağını boğazına sokarak bu sütü midesinden çıkarmıştır.
"Ashabımın seçkinleri yıldızlar gibidirler. Hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz" buyuran Allah Resulü insanların karakter yapılarının farklılığına ve farklı yapılardaki insanların kendilerine benzeyen bir sahabeye uymak suretiyle doğru yolu bulacağına işaret etmektedir. Hz. Ebû Bekir başta olmak üzere bütün sahabelerin hayatlarına baktığımız zaman bizlere örnek olabilecek her birinin ayrı ayrı güzel örnekliklerinin olduğunu görmekteyiz. Gök kubbede hoş seda bırakan tüm sahabelerimizin ruhları şâd olsun.