Orta Asya'dan Anadolu topraklarına gelip yurt edinme mücadelesi veren Türkler, İslam dinini benimsedikten sonra İslam'ın bayraktarlığını yapmaya başlamış, gittiği her yere adalet, merhamet ve barış götürmüş, gerek Selçuklular zamanında, gerekse Osmanlı Devleti zamanında uzun bir süre güçlü bir şekilde hüküm sürmüştür.
Avrupa Orta çağ karanlığından çıkarak, bilimde, sanayide ve askeri alanda ilerlemeler kaydetmiş Rönesans adını verdiğimiz yenilenme ve reformları yaparak Osmanlı İmparatorluğu'nun önüne geçmiştir. 17. Yüzyılda Batı'da bu gelişmeler olurken Osmanlı'da basiretsiz idarecilerin yönetimlerde bulunması, eski gücüne güvenerek Batı'daki gelişmelere seyirci kalması Osmanlının gerek askeri gerek iktisadi alanlarda gerilemesini getirmiştir.
Batı, sanayi devrimi, reformlar ve yeni keşifler sayesinde ilim ve teknolojik alanda bir hayli gelişme gösterdi. Ateşli silahların icat edilmesiyle askeri alanda da üstünlüğü ele geçirdiler. Buna karşılık Osmanlı geri kaldı ve hep güvendiği askeri gücünü de kaybetti .
Türk milleti iki yüz yıldan beridir bir hayat memat sorunu ile boğuşmaktadır. Bu sorunu çözme yolunda sürekli bunalımlar, krizler yaşamaktadır.
Avrupa ülkeleri uzun mücadeleler neticesinde akılcı bir devlet sistemine geçmeyi başarabilmişlerdir. Bu sistem Avrupa toplumunun insanına, tarihine, diline ve kültürüne uygun olarak oluşturulmuştur. Eğer öyle olmasaydı uzun süre ayakta kalamaz ve başarılı olamazdı. Sistem oluşturulurken aklın ve faydanın gerektirdiği şekilde yapılmıştır. Bizim de Batı'nın bilim ve teknolojisini alarak; tarihimize, dinimize, kültürümüze uygun bir sistem oluşturmamız gerekir, tıpkı Avrupalıların yaptığı gibi.
Türk Devleti çöküşün eşiğine geldiğinde devletin ayakta kalması ve toplumun gelişmesi için reformlar yapılması gerektiği düşüncesi hakim olmaya başladı.
Böylece 1876' da ilk anayasa rejimi '' Kanun-i Esasi'' getirilmiştir. Buradaki temel fikir her açıdan batılılaşmaktı. Devlet siyasi yapısı, hukuku Batı'ya uyarlanmalı, toplum yaşam biçimiyle tamamen Avrupa milletlerine benzemeliydi. Çöküş ancak böyle durdurulabilir, gelişme ancak böyle sağlanabilirdi. Buna karşılık bir kısım idareciler ve halk da Batının teknolojisini, ilmini ve faydalı olan icatlarını alalım fakat müslümanlığımızı, kültürümüzü, özümüzü de koruyalım görüşünü savunuyorlardı. Aslında doğru olan da buydu. Bunun doğru olduğu hikayenin sonundan bellidir.
Avrupa'nın bizim bilim ve teknolojide ilerlememizi, ekonomik olarak güçlü olmamızı istemiyordu. Onların istediği sadece kültürel olarak ve yaşam biçimi olarak onlara benzememizdi. Amaçları bizi kişiliksiz, kültürsüz bir sömüge ülkesi haline sokarak daha kolay yönetilebilir hale getirmekti. Batı toplumunun bilinç altında hiç bir zaman sönmeyen bir kin ve intikam ateşi varlığını sürdürmektedir. En büyük hedefleri Türkleri Anadolu'dan çıkarmak ve geldikleri Orta Asya bozkırlarına sürmektir.
Yeni Osmanlılar Hareketi ile başlayan Batılılaşma hikayesi Jön Türklerin Sultan Abdülhamid ' e karşı amansız mücadelesiyle devam etti. Jön Türkler, bu mücadelede Abdülhamid'i tahttan indirerek Osmanlı'yı yıkmak ve Türkleri tarihten silmeye ant içmişler, Avrupalılar ile işbirliği içine girmişler ve onlardan gerek ekonomik gerek siyasi büyük destek almışlardır. Hatta Ermeniler ile de işbirliği yapmaktan kaçınmamışlardır. Batılılaşma yanlıları İttihat ve Terakki ile daha da kurumsal ve planlı çalışma içine girmişlerdir.
İttihat ve Terakki Cemiyetine mensup Batılılaşma yanlıların sloganı şuydu: İstibdat bitecek Hürriyet gelecek''. Nihayet 1909' da ülkeyi 33 yıl şer güçlere rağmen ayakta tutmayı başarmış ve istedikleri meşrutiyeti ilan etmiş olan Sultan Abdülhamid tahttan indirilmiş yerine İttihat ve terakki Cemiyeti himayesinde bir hükümet kurulmuştur. Yeni hükümetin bakanlarını da İttihat ve Terakki atıyor ve alınacak kararları belirliyorlardı.
Sonuç olarak söylenecek şey ; 9 yıl gibi kısa bir sürede Ülkenin topraklarının çoğu kaybedilmiş, Balkanlardaki ve Ege'deki hakimiyetimiz yok olmuş, sık sık hükümet ve idareci değişikleri ile devlet adamları birbirine düşmüş, nizam ve intizam kaybolmuş, halk sefalet içinde yaşamak zorunda bırakılmıştır. Abdülhamid'in baskısını bahane edenler İttihatçıların her türlü baskısına rıza göstermek zorunda kalmışlardır. Bunlar yetmezmiş gibi birde ülke1. Dünya savaşına sokulmuş ve bu millet 1919 yılında başlayan istiklal Mücadelesi vermek zorunda bırakılmıştır.
İşin en üzücü ve acı tarafı da işbirliği yaptıkları, bize hürriyet getireceğini sandıkları Batılı dostlarının ülkemizi işgal etmiş olmalarıydı. Kurtuluş mücadelemizde binlerce insanımız şehid oldu, yüzlerce insanımız sakat, dul ve yetim kaldı. Büyük bedeller ödedik. Gelişmiş sömürgeci batılı ülkelerinden emir alır hale geldik. Hala o günden beri bağımsız, güçlü Türkiye hedefimize tam olarak ulaşmış sayılmayız. İŞTE BİZİM BATILILAŞMA HİKAYEMİZ. Akledip düşünesiniz diye...