Genç işadamı, yeni lüks arabasıyla bir mahalleden geçerken yola aniden bir çocuk çıkabilir diye yavaş gidiyordu. Bu esnada arabasının kapısına biri taş attı. Arabasını durdurdu, taşın fırlatıldığı yere geri döndü. Arabadan indi, küçük bir çocuk taşı atmıştı. Çocuğu tuttu ve onu iterek bağırmaya başladı:
– Neden arabama taş attın? Ne yaptığının farkında mısın? Bu yeni bir araba ve atmış olduğun bu taş bana çok pahalıya mal olacak.
Çocuk yalvararak cevap verdi:
– Lütfen efendim. Çok üzgünüm ama başka ne yapacağımı bilmiyordum. Eğer taşı atmasaydım kimse durmayacaktı.
Park etmiş bir arabanın arkasını işaret etti. Çocuk gözyaşları içinde dedi ki:
– Ağabeyim tekerlekli sandalyesinden düştü. Kaldırımın kenarından yuvarlandı, Onu aracınızla çiğneyebilirdiniz. Çok korktum. Benim için çok ağır onu kaldıramıyorum. Lütfen onu tekerlekli sandalyesine oturtmam için bana yardım edin.
İşadamı son derece duygulandı. Çocuğa yardım etti. Genç adamı kaldırarak, tekerlekli sandalyeye geri oturttu. Mendiliyle, çizik ve yaralarını sildi ve genç adamın ciddi bir yarası olup olmadığını kontrol etti. Küçük çocuk işadamına teşekkür etti:
– Teşekkür ederim efendim, Allah sizden razı olsun.
Genç işadamı, küçük çocuğun, ağabeyini götürmesini uzun süre izledi. Arabasının kapısını hiç bir zaman tamir ettirmedi. Kapıda oluşan çöküğü, hayatta başkalarında yardıma ihtiyacı olacağını hatırlatması için öylece bıraktı.
Hayat da öyle değil midir? En yakınımızdakileri tanımaz, mahallemizde kim oturur, karşı komşumuz kimdir bilmeyiz. Bilmediğimizden dolayıdır ki, ne yapar ne eder, ihtiyacı nedir, problemi var mıdır gibi soruların cevabını da bilmeyiz.
Hele de taşradan uzaklaşmış ve metropol denilen büyükşehirlerde oturuyorsanız soruların anlamı da yoktur.
Komşumuzu tanımak için bir işimizin düşmesi vesile olur çoğu zaman. Ya da atalarımızın dediği gibi komşudan kül alma bahanesi ile tanışma fırsatını ararız. Vesileler olmasa tanıyacak durumda da değiliz.
Zaman bunu gerektiriyor, işimiz başımızdan aşkın, tanışıp da ne yapacağız gibi bahanelerle komşularla hatta akrabalarımızla aramıza engel koyuyoruz. Bu durum da tabi ki onları daha yakından tanımamızı engelliyor.
Parası olmadığı için ekmek dahi alamayacak kaç komşu tanıyorsunuz? Sürekli hasta olduğu için hastaneleri arşınlayan ancak parası olmadığı için ilaçlarını alamayan birisini tanıyor musunuz?
Memlekete gidip anne/babasının elini öpüp helalleşmek isteyen ancak bilet parası bulamadığı için bayramlarda evinden çıkamayan kaç tane dostunuz var? Evinden çıkamadığı için bayram da yapamayan bu dostlarınızdan kaç tanesinin evine gidip onlarla bayramlaştınız?
Unutmamak gerekir ki mazlumun bağıracak sesi yoktur, garibin atacak taşı yoktur, yetimin sizi çağırmaya mecali yoktur.
“Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane bulunan bir tek tanenin örneği gibidir. Allah, dilediğine kat kat arttırır. Allah (ihsanı) bol olandır, bilendir. (Bakara 261).” Bizlere böyle bir emir varken biz daha ne duruyoruz ki?
Kur’an ın bir çok yerinde size gelsin de siz verin demiyor tam aksine bulun onları ve elinizdekilerin en iyisinden verin diyor.
Her taş atanı düşman bilmek yerine her taşı bir uyarıcı olarak görmek gerekir. Çoğu zaman mevcut durumumuzdan kurtulup size seslenenlerin ötesinde boğazı patlarcasına bağıranları duyalım. Taşın geldiği yerlere bakalım. Hikâyede olduğu gibi kafanıza zarar verebilir, nefsinize de zor gelebilir ama daha kıymetli olanın ayağınıza, kafanıza kadar gelmiş bir nasip olarak görmek Müslümanca bir düşünme ve tefekkür kaynağı olacaktır.
Unutmamak gerekir ki sizin fazlalıklarınız bir başkasının temel ihtiyacı olabilir. Yine unutmamak gerekir ki insanlar sizin yardımınıza ihtiyaç duyabilirler. Fark etmek için birilerinin taş atmasını beklemeyin.
Bırakın sesini çıkaramayanların, mazlumların, yetimlerin arada bir size taş atmasına fırsat verin. O taşı saklamasanız da gün gelecek o taş sizin için ödül olarak karşınıza çıkacaktır. Taşın bıraktığı iz, belki de en büyük ödülünüz olacaktır.
Sevgiyle kalın, sevgide kalın…