Küçük yaşlardan itibaren çocuklara; anne babalarının, öğretmenlerin, mahalle arkadaşlarının ve yakın çevresinin sorduğu sorulardan birisi: Oğlum/Kızım büyüyünce ne olacaksın? Sorusudur.
Çocuklarımızın bu soruya verdikleri cevap da maalesef birkaç meslek ismi ile sınırlı kalmaktadır. Öğretmen, doktor, asker, polis. Başta veliler olmak üzere eğitim sistemimiz de çocuklarımızın ilgi ve yeteneklerini ortaya çıkarıp başarılı olabileceği bir mesleğe yönlendirme konusunda bir çalışma yapılmamaktadır.
Çocuklarımızın yaşlarının ilerlemesi ile birlikte seçeceği meslek daha net olurken ortaöğretim düzeyinde halen hangi mesleği seçeceğini ve bu seçeceği mesleğe yönelik akademik anlamda ne yapacağını bilmeyen öğrencilerimizin olduğu da herkes tarafından bilinmektedir.
Bu başta çocuklarımız olmak üzere ülkemiz adına da büyük bir insan kaynağı israfı anlamına da gelmektedir. Diğer taraftan sevmediği halde sadece girdiği üniversite sınavından dolayı yerleşen ve o mesleği yapmak zorunda kalan insanlarımız olduğunu da bilmemiz gerekiyor.
Mesleğin cazip olması, aldığı ücretin tatminkâr olması gibi sebeplerden dolayı çocuklarımız daha çok doktor ya da mühendis olmak istemektedirler. Bu bölümü tercih eden öğrencilerimizin en önemli özelliği Matematik ve Fen Bilimleri derslerinin ağırlıkta etkilediği alan olarak tanımlanan sayısalcı olmaları. Yani sayısal derslerden yaptıkları sorulara verdikleri cevaplarla bu bölümlere yerleşebilmektedirler. Üniversite sınavlarında yüzdelik dilim olarak en yukarıdaki çocuklarımız tıp ya da mühendislikleri tercih ettikleri de hepimizin malumudur. Yani sayısal grubundan giren çocuklar.
Gerek tıp gerekse mühendislik bölümlerini tamamlayan çocuklarımız bireysel görevler yapmaktadırlar. Demem odur ki; Tıp ve mühendislik meslekleri, ülkenin yönetiminde söz sahibi olabilecek bir mesleklerden değildir. Bireysel olarak görev almaktadırlar. Sadece hastasından ya da hastaneden sorumlu olmak, bir inşaat ya fabrikadaki makinalardan sorumlu ve yetkili olmak gibi. Oysa ülkeyi yönetenler daha çok siyasal veya Hukuk bölümü mezunlarıdır.
Siyasal ve Hukuk mezunları sayısalcılara göre üniversite sınavlarında yüzdelik dilim olarak daha gerideki çocuklardır. Zekâ anlamında kast etmiyorum ama sınavlardaki başarı sıralamalarına göre daha yüksek puana sahip öğrenciler, tıp ve mühendislik gibi bölümleri tercih etmektedir.
Bu ifadelerden sonra şöyle bir çıkarım yapmak mümkün. Sınavlarda daha başarılı öğrenciler tıp ve mühendislikleri tercih ederken, daha az başarılı olan öğrenciler eşit ağırlıklı puan türüne göre daha çok Siyasal ve Hukuk bölümlerini tercih etmektedirler.
Bu ülkeyi yönetenler daha çok Siyasal ve Hukuk mezunu olan kişilerdir. Oysa akademik anlamda ve sınavlarda daha başarılı olan öğrencilerimiz ise bireysel meslekleri seçmektedirler. Bireysel meslekten kastımız doktor, mühendis olmaktır. Bu açıdan bakıldığında ülke yönetimi anlamında -çok az olmakla beraber- söz sahibi olmamaktadırlar.
Gerek devlet yönetimi gerekse kurumsal yöneticilikte olduğu gibi ülke yönetimi açısından bu durumun bir paradoks oluşturduğu düşünmekteyim. Şöyle ki:
TBMM'nin 27. Dönemi'nde görev alan milletvekillerinin 134'ü hukuk fakültesi mezunu. Yani milletvekilinin beşte birinden biraz fazlası. Bu sayıdan daha fazlasının da Siyasal, eğitim fakültesi gibi bölümlerden mezun olduğunu değerlendirdiğimizde meclisteki vekillerin sözel ağırlıklı puanla üniversiteye yerleşenler olduğunu söylemek yanlış olmaz. Yani meclisteki vekillerin öğrenim durumlarına göre baktığımızda sözel puanla öğrenci alan üniversitelerden mezun oldukları görülmektedir.
Akademik anlamda daha başarılı olan öğrencilerin bireysel meslekleri seçmelerini bu anlamda personel kaybı olarak değerlendirmek mümkündür. Başarılı çocuklarımızın ülke yönetiminde daha çok söz sahibi olmaları ise elzemdir ve bunun için ciddi stratejiler üretmek zorundayız.
Daha alt kademelerde bu çocuklara yönelik yönlendirme çalışmalarına ağırlık verilmeli bu anlamda rehberlik çalışmaları yapılmalıdır.
Sevgide kalın, sevgiyle kalın…