Yakın zamana kadar manazlarını normal şekilde kılan bir vatandaştım. Dizlerimdeki sıvı kaybı nedeni ile oturma ve çömelme hareketlerini kesinlikle yapamıyorum. Bu sebeple en rahat olarak tabure veye sandalyede namaz kılabiliyorum. Ha gönül isterki alnım secdeye gelsin onun hazzını yaşayayım, ama vücudum izin vermiyor. İçim yanarak secdeden uzak kalıyorum. Dinde; “Zorlaştırmayın, kolaylaştırın” diye bir ibare olduğunu biliyorum.
Sağlığı elverdiği halde taburede namaz kılanlar varsa onlara katılmıyorum. Yaptıkları uygun değil. Bu konuda zaten herkes kendini tartar. Ama ameliyatlı olan, dizleri sakat olan bir sürü Müslüman var. Sayın yetkililer ısrarla “Oturarak kılın, doğru olan budur” diyorlar. Halbuki şu anda mazaretlerine binaen sandalyede namaz kılan ilahiyatçı profesörler ve emekli din görevlileri olduğunu biliyorum.
Hem şu konuyu dikkate alırsanız taburede namaz kılmanın daha efdal olduğuna hak vereceksiniz. Oturarak namaz kılındığında kıyam yok, rüku yarım, secdede yine yarım olarak yerine getiriliyor. Ama sandalyede namaz kılarken; kıyam tam olarak yapılıyor, rüku tam olarak yapılıyor, sadece secde yarım eğilerek yapılıyor. Demek ki, namazın rükunları sandalyede daha çok aslına uygun olarak yerine getiriliyor. Bu konuyu görüşlerine başvurduğumuz fıkıhçı akademisyenler açıklıyor. Peygamber efendimiz zamanında sandalye ve oturak gibi eşyalar yaygın olmadığı için engeli olanlar oturarak namaz kılıyormuş. Ama şimdi her türlü imkan var.
Gerçek özrü olan müslümanların çok üzgün olduklarını biliyorum. Bir camiide tabure bulamazlarsa başka camiilere yöneliyorlar. Şu anda Din İşleri Yüksek Kurulu Üyeleri arasında da sandalyeye cevaz veren hocalarımız var. Aslolan ibadet kastıyla ve camaat sevabı almak için camiiye gelmek değil mi? Şekli farklılıklar o kadar önemli olmasa gerek. Allah (cc) niyetleri bilici değil mi? O hale geldi ki sandalyede namaz kılan kendisini suçlu gibi hissediyor. Uyarıcı levhalar bir yanda, tabureler diğer yanda. Elbette müslüman namaza, camiiye küsmez, böyle bir hakkı da yok zaten. Lakin bir dayatma gibi “İlla oturarak namazınızı kılın” açıklamaları da inanan ve gerçekten mazareti olan insanları mahzun ediyor, sıkılıyorlar.
15 Şubat 2019 günü yaşadığım bir olay beni yazmaya mecbur etti. O gün ikindi namazı için Ulu Camii’ye farza ancak yetişebildim. Aşağıdaki oturaklar dolu olduğu için çardağa çıktım. Baktım mevcut tabureler ulaşılmayacak bir yere kaldırılmış. Namaz başlamak üzere. Çardağın merdiven basamaklarına oturarak namazı eda etmeye çalıştım.
Yıllardır severek geldiğim; bir sürü acı-tatlı hatıralara şahit olan Ulu Camii sanki kapılarını bana kapatmış gibi geldi. Çok hüzünlenerek namaza durdum. Şimdi soruyorum yetkililere; mahzun olan bu kalplerin hesabını kim verecek? Yoksa Ulu Camii’yi terk mi edelim? İster istemez o gün aklıma şu menkıbe geldi. Veysel Karani Hazretleri annesinden izin alarak, Peygamberimizi görmek için hane-i saadetlerine gitmişti. Allah Rasülünü evde bulamayınca ne kadar mahzun olup, ağlayarak geri döndüğünü hepimiz biliyoruz. Bilmiyorum çok mu duygusal düşünüyorum? Oturacak tabure bulamayınca ben de aynı şeyleri hissettim. Zararı yok belki başka camiilere taşınırız. 27 sevaptan mahrum olup, 1 sevaba razı olarak evde de kılabiliriz. Ama ince ve derin bir ahh! ile arzuhalimizi yüce Yaradana arz ederiz. Sayın yetkililerin bu konuyu bir daha düşünerek, kararlarını yeniden gözden geçirmeleri dileğiyle saygılar sunuyorum...
Nazmi YILMAZ
Emekli Öğretmen