Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde şekillenen fikir akımlarından birisi de İslamcılık akımıydı. Diğer fikir akımlarında olduğu gibi bu akımın da sözcüleri matbuat âleminde kalemleriyle fikirlerini yaymaktaydı. Yani her akımın olduğu gibi İslamcı akımın da bir edebiyatı ve edebiyatçıları vardı. Zira dönemin şartları gereği gazete ve dergiler okur, yazar ve mütefekkir aydın kesimin fikir ve eleştirilerini dile getirdiği bir kürsüydü. Aynı zamanda onları okuyan halk kesimi için de sanki bir mektep gibiydi.
Nüfusunun çoğunluğun Müslüman olduğu bir ülkede İslami hassasiyetleri olan okurun okuyacağı, yazar ve şairlerin de yazabileceği bir yayının olması devrin şartlarında adeta bir zaruret hali doğurmuştu. Bu zaruret, -İslamcı yerine daha doğru bir ifadeyle- İslami bir Edebiyatın oluşumunu da beraberinde getirmişti. Genel kabulde olduğu gibi biz de Mehmed Akif'i ve dergisi Sebilürreşad'ı bu akımın kurucusu olarak kabul edebiliriz.
Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşanan değişim rüzgârları her ne kadar farklı akımları baskı altında tutsa da Necip Fazıl ve Büyük Doğu dergisi her şeye rağmen bu akımın en güçlü damarını oluşturmuştu. Ondan sonra Sezai Karakoç'un Diriliş'i ve Nuri Pakdil'in Edebiyat dergisi bu akımın en güçlü damarları olarak edebiyat tarihimize geçmiştir. Bu dergiler İslami hassasiyete sahip şair ve yazarların yetişmesinde bir ocak, bir mektep vazifesini icra ederken hitap ettiği kesimin de dini, milli ve bedii zevkine hitap ederek adeta onlar için de bir okul olmuştu. Ülkede yaşanan darbeler, siyasi karışıklıklar ve ekonomik krizler dergilerin çıkışını da etkilemişti. İşte Büyük Doğu, Diriliş ve Edebiyat Dergilerinin yayına ara verdikleri bir suskunluk döneminde dönemin genç ve idealist yazarları Mavera isminde bir dergi kurmuşlar, böylece hem kendilerine daha geniş bir yazma ortamı oluşturmuşlar hem de kendilerini okuyan muhafazakâr kesim ile aralarında güçlü bir bağ kurmuşlardır. Derginin ilk sayısı 1976 yılı Aralık ayında çıkmıştı.
Yazarlarının çoğu lise yıllarından beri arkadaş olmaları, bahsi geçen dergilerde yazmaları onları muhafazakâr kesimde aşina/bilindik isimler yapmıştı. İşte İslami kesim, bu genç kadrodan yeni bir dergi bekliyor ve hatta onları teşvik ediyordu. Onlar da "niyet hayır, akıbet hayır" diyerek Mavera'yı çıkarmaya soyunmuşlardı. Derginin kurucuları arasında Rasim Özdenören, Alaadin Özdenören, Erdem Beyazıt, Cahit Zarifoğlu, Mehmet Akif İnan, Nazif Ersin Gürdoğan, Bahri Zengin ve Hasan Seyithanoğlu gibi isimler yer almaktaydı. Daha sonraları bu isimlerden yedisi için "Yedi Güzel Adam" denilecektir.
İşte bu Yedi Güzel Adam'dan birisi olan Rasim Özdenören, bir röportajında derginin çıktığı 80 darbesi sonrası dönemleri kastederek, "İslami Edebiyat, İslam'ı anlatmanın enstrümanıydı…" diyecekti.
Ali Nar, İslami edebiyat değerlendirmesi yaptığı bir yazısında Maveracıları, Nuri Pakdil'in Edebiyat Dergisinden kopan bir ekip olarak tarif ettikten sonra onların Büyük Doğu'ya yaklaşan bir üslupla daha açıklık kazanmış konular ve anlatımla hem bir İslami tez oluşturduklarını hem de bu tezi siyasi oluşlarla yan yana işlediklerini söyler. Ona göre Mavera, bu özellikleriyle İslamcı çevrelerin ve gençliğin dergisi olmuştur.
Mavera'nın Yedi Güzel Adam'ı hem dergideki yazılarıyla, hem yayınladıkları kitaplarıyla hem de konferanslarıyla 80 sonrası İslami hassasiyetteki gençliğin bir nevi önderleri, hocaları ve üstatları oldular.
12 Eylül darbesi sonrası siyasi düzene geçiş zamanlarıydı. Yani Özal dönemi başlamıştı. O yıllarda ben de Çorum İmam Hatip Lisesi'nde öğrenciydim. Okulumuzda Ahmet Hamdi İçöz isminde bir hocamız vardı. Sarı saçlı, uzun boylu, dirayetli ve çok kültürlü bir hoca… Dersimize geldiği gibi ders haricinde de öğrencilerle ilgileniyordu. Bizlere bir şeyler öğretmek, şuurlandırmak için kendisini adeta parçalıyordu. Okumamız için kitap tavsiyelerinde bulunuyordu. İşte bu hocamız sayesinde duyduk Yedi Güzel Adam'ı… Rasim Özdenören'in Gül Yetiştiren Adam'ını ve Müslümanca Yaşamak Üzerine Denemeler'ini ilk kez ondan duymuştuk. Hocanın tavsiye ettiği kitapların bir kısmını okuyorduk ama her yazılan kitabı okuyamıyorduk. O yıllarda kitaba ulaşmak bu kadar kolay değildi. Belki de maddi imkânsızlıklar da buna mani oluyordu.
Aradan yıllar geçti. Üniversiteli olduk. Farklı insanlarla, farklı görüşlerle karşılaştık. Sudan çıkmış balık gibiydik. Bizim sıradan bilgi sınıfına dâhil ettiğimiz çok şeyden bihaber olan insanlarla karşılaşınca düşünce dünyamız alt üst oldu. Konuştukça, tartıştıkça eksiklerimizi de gördük. Okumalıydık hem de çok okumalıydık. Kimleri okuyalım sorusuna cevap ararken hocamızın bize tavsiye ettiği kitaplar ve yazarlar aklıma geliyordu. Hâlâ okuyoruz, hâlâ çok okumamız lazım.
Yıl 2016… Çorum Belediyesi "Medeniyet Konuşmaları" programına Rasim Özdenören'i davet etmişti. Biz de bir heyecan. Koştuk Devlet Tiyatro Salonu'na. Program sonrası Turhan Candan Bey'in odasında kısa bir sohbetimiz oldu. Kendisine utana sıkıla "Anahtar" isimli hikâye kitabımı takdim ettim. Hikâye yazdığım için çok memnun oldu. Bir daha da yüz yüze görüşmek nasip olmadı.
Aradan yıllar geçti. 22 Temmuz 2022'de telefona "Rasim abi yoğun bakımda, dua edelim." diye bir mesaj düştü. İçim cız etti. Ertesi günü Fatih Bayhan "Maalesef Rasim abiyi kaybettik." diye bir paylaşım yaptı. Yedi Güzel Adam'dan birisi olan Rasim Özdenören, 20 Mayıs 1940 tarihinde Kahramanmaraş'ta başladığı hayat yolculuğunu o gün (23 Temmuz) noktalamıştı. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.
Rasim Özdenören, 1958'de Maraş Lisesinden, 1964'de İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsünden ve 1967'de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olmuştu. Uzun yıllar yaptığı memuriyetten 20 Mayıs 2005'te DPT'de Genel Sekreter iken emekli olmuştu. Hüseyin Su'nun Hece Dergisi yayın yönetmenliğini bırakması üzerine 10 Kasım 2014 tarihinden itibaren derginin genel yayın yönetmenliği üstlenmişti.
Bir neslin ruhunu yoğurup güller yetiştirmeye adayan güzel adamlardan birisi daha çekip gitmişti ebedi sılasına… Kitaplarıyla, yazılarıyla, konferanslarıyla binlerce insanın gönlüne girmişti. Mavera denince akla gelen yedi isimden birisiydi. İz Yayıncılık ve Hece Dergisi denince akla gelen ilk isim artık yoktu. En sevgiliye gitmişti dünya gurbetini sonlandırıp, yetiştirdiği gülleri de gülşeni de yetim bırakıp.
Geride okunacak bir külliyat bıraktı. Bu da demektir ki o gül yetiştirmeye devam edecekti. Onu bizler çok sevmiştik. Rabbim de sevmişti ki ona bu kadar eser vermeyi nasip etmişti. Tevazuun mücessem hâliyle sessiz sedasız, gösterişsiz ve şatafatsız bir hayat yaşadı. Sessizce de gitti. Mekânı cennet olsun.