İnna lillah ve inna ileyhi raciun.
Ölüm, insanoğlu için mukadder bir son. Er ya da geç her doğan ölümü tadacak. Bu gerçeği hepimiz kabul edip takdirata boyun büküyoruz. Ölüm, aslında bir son değil bizim için, bu yalancı dünyaya gözlerimizi kapatırken ebedi hayata gözlerimizi açıyoruz. Ancak bu dünya her türlü sahteliği ve yalancılığı yanında ahiretin de tarlası olma özelliğini de üzerinde taşıyor. Bu yüzden çok da değersiz değil. Bir imtihan yeri olan bu dünyada kazandığımız en gerçekçi kazanç bizi öbür dünyada rahat ettirecek bir azık... Kendini bilen her insan bu gerçeği kendisine bir hayat düsturu edinir ve buna göre yaşar. Zira bilir ki burada alıp verdiği her nefesten mesuldür ve yarın huzuru mahşerde bunun hesabını verecektir. Zaten bu şuurda bir hayat sürme şekline "kendini bilirlik" denir ve kadim kaideye göre de "kendini bilen Rabbini de bilir".
Oğuz Hocam tanıdığım kadarıyla bu şuurda hayat süren, sorumluluklarının farkında olan müstesna bir insandı. Kardeşi Enver Bey aracılığı ile tanımıştım onu. Hâzâ beyefendi denilen evsafta, görenin elinde olmadan ceket ilikleyip, sesini alçaltacağı, saygı duyacağı güngörmüş bir beyefendi...
Çorum İmam Hatip Lisesi mezunuyum ve okulumun tarihçesini bilen bir öğrenci olduğum için bu okulumuzda görev yapan hocaları, mezun olan ve bugün ülkemizde isim yapmış mezunları da araştırdığım için bu isim bana çok aşinaydı. Hele hele benim çok sevdiğim hocalarımın başında gelen Ethem Erkoç hocamı Oğuz Beyin yanında tıpkı okulda bir öğrenci imiş gibi kemali edeple hocasını dinler bir halde görünce duyumların ötesinde saygıdeğer bir kişi ile hemhal olduğumu anladım. Ethem Bey, hocası karşısında bu kadar dikkatli, saygılı, neredeyse oturduğu yerden hazır ol vaziyetindeyse benim daha da dikkatli olmam gerekirdi. Zira Oğuz Bey, hocalarımın hocasıydı. Benim ona göstereceğim saygı, beni yetiştiren hocalarımın bize aktardıklarının bir yansıması olacaktı. Yine hocamız ve ağabeyimiz Enver Bey'e olan sevgi ve muhabbetimiz, onun ağabeyine karşı da daha saygılı olmayı gerektiriyordu. Hani derler ya "biz babadan böyle gördük, böyle yetiştirildik" diye, tıpkı öyle…
Oğuz Bey, okulumuzun efsane hocalarından ve idarecilerindendi. Bizlere de büyük bir sevgisi ve hayranlığı vardı. Bunu bir kaç kez bana söylemişti. Bunun yanında o Çorum için de büyük bir değerdi. Çalıştığı her okulda adını gönüllere kazımış nadir hocalardandı. Çorum için kafa yormuş, araştırmalar yapmış, şehrin kültürü, musikisi, tarihi, coğrafyası, toprak yapısı, su durumu, geçmişi ve geleceği için yerel gazetelerde, dergilerde sayısız makaleler yazmış, bunları Oğuzname isminde bir kitapta toparlamış münevver bir insandı.
O eyyamcı, gelen ağam giden paşam zihniyetinde olmamış, doğru bildiğini söylemiş, hatası varsa düzeltmiş, sürekli kendini yenilemiş sağduyulu bir insandı. Günlük siyasi mülahazaların peşinde koşmamış, kendini bu gelir geçer muhabbetin mezesi yapmamıştı.
Ciddi bir insandı. Az konuşur, az gülerdi. Vakurdu ama kibirli değildi. Çocukla çocuk, büyükler büyük olurdu. Karşısındakini dikkatle dinler, sözünü ölçüp biçip söyleyeceğini söylerdi. Prensip sahibi bir insandı. Üstlendiği hiç bir işi baştan savmazdı. Çok titizdi. En son yazdığım Çorumlu Bestekârlar kitabını satır satır incelemiş ve notlar almıştı. Bunları bana tek tek izah ederek düzeltmemi sağlayarak kitabın yanlış ve eksik olmaması için gayret göstermişti.
Hocamız iyiliği, güzelliği, emeği takdir ve teşvik etmeyi çok severdi. Bazen dergilerde çıkan bir yazımızı okur, hemen arar üzerinde konuşur, takdirlerini belirtirdi. "Zamanda Kaybolan Adam" romanımı gönderdiğim de yarıya gelince beni telefonla arayıp, "o kadar hoşuma gitti ki hemen aramak ve tebrik etmek istedim" demiş ve okuduğu bölümler hakkında uzuz uzun değerlendirmelerde bulunmuştu. Allah razı olsun.
Sözünün eri bir insandı. Onun ağzından dinlediğim şu hatırasıyla yazıma son vermek istiyorum.
Hoca Alaca ilçesinde öğretmendir. Öğrencilerini Yazılı imtihana tabi tutmuştur. İmtihan sonrası şu gün kâğıtları okuyacağım diye söz vermiştir. Lakin o akşam aksilik bu ya elektrikler kesilmiştir. Hoca müthiş bir telaşa kapılır. Ertesi günü öğrencilerine karşı mahcup olmamak için hemen belediye başkanının kapısını çalar. Zira o yıllarda elektrik işleri belediyeye aittir. Cep telefonunu bırakın her evde ev telefonu bile yoktur ve tabiatıyla bu günkü "Alo Arıza" hattı da hak getire. Kapıyı zamanın Alaca Belediye başkanı Yasin Hatipoğlu açar. Hocayı paniklemiş olarak karşısında görünce,
"Hayırdır hocam bu ne telaş?" diye sorar.
Hoca durumu anlatır ve arızanın giderilmesi için ricada bulunur ve:
"Beni öğrencilerimin karşısında yalancı durumuna düşürmeyin!" der.
Yasin Bey hocayı hemen içeri davet eder.
"Yengen hingal yapmıştı, biz yemek yiyene kadar talimat veririm arızayı giderirler." der.
Gerçekten de talimat verir ve hocamızın evinin bulunduğu sokaktaki arıza giderilir ve hocamız o gece yazılı kâğıtlarını okur ve ertesi günü öğrencilerine notlarını açıklar. Acaba bugün bu düşüncede kaç öğretmen vardır? Yine bir öğretmenin böyle bir talebini anında yerine getirecek duyarlılıkta kaç bürokrat kaldı acaba?
Oğuz Hocam böyle Müstesna bir insandı. İnsan-ı kâmil olma yolunda gayret içindeydi.
Onun yazdığı tek bir şiir vardı. Onu Hicaz makamında bestelenmiştim. Notaları verdiğimde bizzat kemanı ile çaldığını ve çok beğendiğini söylemişti.
Oğuz hocama rahmet, kederli ailesine başsağlığı diliyorum. Mekânı cennet olsun inşallah.