Toplumlar, yaşamlarını en yüksek kalitede sürdürmek için sürekli olarak yeni arayışlara girerler. Bu arayış, gelişen toplumların ortaya çıkardığı yeni ihtiyaçlardan kaynaklanır ve yapılaşma ile yaşam standartlarını etkiler. Tarih bu değişimi çok iyi bir şekilde yansıtır,19. yüzyılın başlarında, kara ulaşımı için at arabaları ve benzeri araçlar kullanılırdı. Ticaret, kervanla ile uzak noktalara canlı gücüyle ulaşılıp kervansaraylarda konaklanarak uzun sürelerde yapılırdı. Sanayi Devrim'inden sonra bir ihtiyaç olarak geliştirilen buharlı tren, ulaşımda hız ve konfor sağlamış, hızla yaygınlaşmıştır. Bu trenler, sermaye ekonomisini de aynı hızla yaygınlaştırmış, demir yolları ticaret ve ulaşım açısından gelişmekte olan ülkeler için vazgeçilmez bir unsur haline gelmiştir. Ulaşımın getirdiği hız ve konfor, insanların yaşam tarzında ve şehirleşmede yeniliklerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Sanayi bölgelerinde yaşam alanlarının yaygınlaşması, günümüz kentleşmesinin temelini atmıştır. Apartmanlaşma kültürü, sanayi devriminin günümüze yansıyan bir sonucudur. Bu süreç, insanların yaşam ve yapılaşma değişimlerini nasıl şekillendirdiğini göstermektedir. İnsan yaşamını şekillendiren birçok unsur vardır, bunlar arasında ulaşım, araçlarındaki çeşitlilik, teknolojik ilerleme ve ekonomik fikirler öne çıkar. Bu unsurlar, insan yaşamının dinamik bir şekilde değişimini yönlendirir.
Günümüzde batı sistemlerinin baskın olması her ne kadar kabul görüyor olsa da, bu durum sistemlerinin doğru olduğu anlamına gelmez. Eksik veya yanlış yönleri tespit edip düzeltmek, hataları olduğu gibi kabul etmekten daha yapıcı bir yaklaşım sağlar. Bu noktada ilk adım, yönümüzü Batı’ya değil, kendi özümüze çevirerek doğruyu yanlışı ayırt etmekten geçer.
Ülkemizde kentler giderek yoğunlaşmış ve bu yaşam düzeni medeniyetimize uymamaktadır. Bu uyumsuzluk toplumumuza huzursuzluk vermektedir. Yüksek katlı apartmanlaşma, ekilebilen alan israfına neden olmakta ve gıda üretimi açısından düşüş yaşanmaktadır. Az ürüne karşılık yüksek talep, alım gücünün zayıflığını ortaya koymaktadır. İthalat, yetersiz üretimin geçici çözümü olarak görülse de, başka sorunlara yol açmaktadır. Sorunlar birbiriyle ilişkilidir ve büyük çapta krizlere neden olabilir. Bu yüzden, sorunun köküne inmek gerekmektedir. Sorunun kökü, kır ve kent yaşam oranındaki dengesizliktedir. 2022'de kentleşme oranı yüzde 82.7 iken kırsal bölgede bu oran yüzde 17.3'tür. Bu durum, iki kişinin gıda üretiminin on kişiye paylaşılması anlamına gelir ve üretimin sürdürülemez olduğunu gösterir. Sonuç olarak yetersiz üretimin geçici çözümü olan ithalata başvurulur.
Yetersiz gıda üretimini artırmak amacıyla şehirde yaşayanların üretime dahil olması teorik olarak üretimi artırabilir ancak, serbest piyasa ekonomisinde bu yaklaşım mantıksızdır, Çünkü ulaşım masrafları, toprakla ilgilenemediğinden doğacak verim kaybı ve diğer ek maliyetleri beraberinde getirir. Bu durum makroekonomiyi olumsuz etkiler çünkü üretim maliyetleri arttığında, bu ek külfetler ülke ekonomisini olumsuz etkiler. Sonuç olarak, para biriminin değer kaybetmesi gibi ekonomik sorunlara yol açar ve üretimden elde edilecek fayda, maliyetler nedeniyle düşmüş olacak ayrıca, üretim şartlarının zorluğu ve getirisi az olduğu için üretici mutsuz olacak ve bu durum üretim isteğini azaltacaktır. Kırsalda yaşayan insanların kentteki hizmetlere yaşadığı yerde ulaşabilmesi, göç isteğini azaltır bunun için kırsal bölgede yaşayanların her türlü alt yapı üst yapı vb yatırımların gerçekleştirilmesi gerekir bu üretim için en etkili teşvik olacaktır. Kent-kır oranının yüzde 40 'a 60 olarak(kırsal yaşam oranı yüzde 60)düzenlenmesi, ülke çapında yüksek verimliliğe ulaşmamızı sağlar.
Psikolojik olarak şehir hayatı uzaktan bakıldığında bir insan kümesi gibi görünüyor. Şehirde apartmanlarda yaşayan insanlar, genellikle iki temel elementten uzak kalıyor: hava ve toprak. Bu iki unsurdan uzaklaşmak, insanın huzursuz olmasına ve strese girmesine neden oluyor.
Havadan uzak kalmak derken, temiz hava ve düşük akış hızına sahip hava anlamında. Camların ve hava bacalarının arasından geçtiği kadar hava ile yaşamak hayat kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir. Sonuç olarak, bu durum baş ağrısı ve yorgunluk hissine yol açabilir. Doktorlara gidip bu sorunu çözmeye çalışmak yersiz olabilir çünkü çözümler,yapılaşma düzeni ile giderilebilir.
Diğer bir temel element ise topraktır. Topraktan uzak kalmak, doğal yaşamdan soyutlanmış bir yaşam sürmek zihin gücünü azaltır ve düşünce kapasitesini düşürür. Dar alanlarda, örneğin 100-200 m²'lik alanlarda yaşamak, bireylerin verimliliğini de ciddi ölçüde etkiler. Doğal ortamda bulunmak, zihni açar ve genel iyilik hali sağlar ancak, doğaya alışık olmadığımız için eksikliğinin zararını tam olarak fark edemiyoruz.
İnsan, dört elementin eksikliğini hissetmeyi anlamak için bir deneme yapabilir: Hayatımızda eksikliği olmayan su ve ateşi bir hafta boyunca kullanımını yarıya düşürelim, sonra tekrar eski tüketimimize dönelim. Bu süreçte eksikliği hissedeceğimizi göreceksiniz. Diğer iki unsur olan hava ve toprak eksikliğini ise neden hissetmediğimizi anlamak zor olabilir çünkü bu sistemde doğduğumuz için bize kattığı huzuru tam olarak kavrayamıyoruz.
Tatil günlerinde doğa ortamına gitme isteğimizin temel nedeni, temiz hava ve toprakla temastır. Doğa, bilinçsizce bizi çeker ancak yeni arayış isteği, uzun süre doğada kalınca sıkılmamızı tetikler, bu da medeniyetlerin gelişimin dinamik olduğunu açıklar.