İslam, her konuda olduğu gibi kadınların ve çocukların haklarının korunması konusunda da belli ve köklü kurallar koymuştur.
Batı ise kadın hakları diyor ama bu gün olduğu gibi geçmiştede onların sicillerinin çok da iyi olduğunu söylemek mümkün değildir. 16. yüzyılda kadınların ruhunun olup olmadığını, cennete girip giremeyeceklerini tartıştıkları tarihi bir gerçektir. Günümüzde de yapılan bir araştırmada AB ülkelerinde yılda iki yüz elli bin kadının (hayat kadını olarak) çalışmaya zorlandığı, beş kadından birinin ise şiddete maruz kalığı araştırmaların sonucudur. Almanya'da, Federal İşçiler Bakanlığının yaptığı araştırmaya göre; Her on kadından birinin eş ya da akrabaları tarafından şiddete maruz kaldığı, yılda ortalama yüz binin üzerinde ki kadının çocukları ile birlikte sığınma evlerine müracaat ettikleri, eğitimli kadınların da şiddete maruz kaldıkları, hastane ve mahkeme masraflarıyla birlikte kadına karşı şiddetin yıllık maliyetinin ise 15 milyar Euro olduğu belirtilmiştir. Dünya Sağlık Örgütüne göre şiddet; Fiziksel güce sahip olanın, fiilî biçimde bir başkasına cebir uygulaması sonucunda, maruz kalan kişide yaralanma, ölüm ve psikolojik zarar, gelişim bozukluğu veya mahrumiyete yol açması ihtimali bulunma durumudur. İnsanın doğup büyüdüğü, ilk eğitimini aldığı, karakterinin şekillendiği aile içindeki manevi bağlar ve değerler ne kadar kuvvetliyse, hem aile hem de toplum o denli huzurlu, güçlü ve sağlıklı olacaktır. Bu bağların zedelenmesi ailenin kendi içinde çözülmesine, toplumun zayıflamasına ve huzurun kaybedilmesine sebep olacak ve neticede şiddete zemin hazırlayacaktır.
Aile içi şiddet denildiğinde ilk akla gelen kadının kocasından şiddet görmesidir. Oysa bu, şiddetin sadece bir türüdür. Aile içinde çocuklar, erkekler, yaşlılar ve engelliler de bu şiddetten nasiplerini alabilmektedirler. Ailede şiddet konusunda belki de en son akla gelen erkektir. Hâlbuki sözlü, psikolojik ya da ekonomik baskıyla erkeğin de şiddete maruz kaldığı durumlar vardır. Şiddet, insanlık onurunu zedeleyen ve kişilik haklarını hiçe sayan bir durumdur. "Aile" anlam itibariyle birbirlerini destekleyen, ihtiyaçlarını gideren tüm aile fertlerinin güvenle sığınabileceği korunaklı bir kaledir. Dolayısıyla böylesine anlam yüklü bir kelimenin şiddet olgusuyla birlikte anılmaması gerekir. İnsanın güven duyduğu, huzur bulduğu korunaklı yuvasının, şiddetin yıkıcı etkilerine maruz kalmaması için tüm aile fertlerine ayrı ayrı sorumluluklar düşmektedir. Aile içi şiddeti önlemek adına aileyi besleyen, bir arada tutan temel değerlerin gereğince korunması, gereğince yaşanması ve yaşatılması gerekir. Aile içi şiddetin önlenmesinde temel değerlerimizden olan sevgi ve muhabbet dostluğa giden yolların temel taşlarıdır. Bu yolun iyi niyet taşlarından diğer her bireri de iyilikseverlik, hoşgörü, yumuşak huyluluk, kolaylaştırıcı olmak, kusurları örtmek, affedici olmak, hayâ, iffet ve her türlü güzel davranışlardır. İnsanoğlunun sevgiye ihtiyacı, ezelde varlığına ruhundan üfleyen Yüce Rabbimiz ile ilişkilidir. Sevginin kaynağı ve sevilmeyi en çok hak eden Yüce Mevla'mız; eşler arasında ki huzura ancak rahmet, muhabbet ve sevgi ile kavuşulacağına işaret eder. Sevgi ve muhabbetin kendiliğinden oluşması beklenemez. Gayret göstermek gerekir. Muhabbet muhatabının vasfına ve yapısına göre de değişebilir. Sevgi ve muhabbet, karşılık ve hiçbir hesap yapılmadan gösterildiği zaman bir anlam ifade eder ve gönüllerde yer bulur. Sevgi eşlerdeki kusurları göstermeyen, af yolunu açan bir duygudur. Aile içi ilişkilerin sevgi odaklı olması, şiddete mani olduğu gibi ailenin sadece bugünü değil, geleceği adına da son derece önemlidir. Aile içinde eşleri birbirinin karşısında ve bir güç mücadelesi içinde konumlandırmayan Kur'an-ı Kerim, aksine onların birbirlerine karşı muhabbetle davranmaları gerektiğine işaret eder. Peygamberimiz; "Sizden biriniz sevdiğine sevdiğini söylesin" buyurmuştur. Bu hadisin gereğince sevildiğini duymayı en çok hak eden ve davranışlarla ifade edilmesi gerekenler, en yakınımızda olan aile bireyleridir. Sevgi kelimesini duymak sadece eşlerin birbirlerine karşı değil, tüm ebeveyn ve insanlığın hakkıdır. Güzellikler, hikmetli sözler ve sevinçler paylaşıldıkça çoğalır. Sevginin aile fertleri arasında işitilmesi ve yaşanması aynı zamanda onların birbirleri üzerindeki haklarındandır. Sevgi ve merhamet ailenin kurulmasında ve korunmasında önemli bir faktördür. Merhametin günlük dildeki anlamlarından biriside acıma hissidir. Aile bireyleri, eşinin kendisini anlamasını ve onun tarafından da anlaşılmasını ister. İşte burada merhametli olmak bu ihtiyacı karşılamak demektir. Merhamet, büyük oranda güce dayalı eylemleri ve duygusal bencilliği de ortadan kaldırır. Aile içi ilişkilerin düzenli bir biçimde seyretmesini de sağlar. Merhametin aile hayatına yansımaması ise zulmün kök salmasının zeminini hazırlayacaktır. Evlilik hayatında eş veya çocuklara ekonomik, psikolojik, ya da sosyal nedenlerden dolayı şiddete başvurmak, yaşanan problemleri şiddetle çözmeye çalışmak tek kelime ile iman zafiyeti ve merhamet yoksunluğudur. "Kaynaşmanız için size kendi (cinsi) nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peydâ etmesi de O'nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır" (Rûm 21) Eşler birbirlerini ve çocuklarını, Yüce Rabbimizin bizlere en büyük bahşişi olarak görmeli ve ondan dolayı da şefkat ve merhametle muamele etmelidirler. Aile hayatında şiddet ve sopaya ise kesinlikle yer olmamalıdır. Dinimiz üstünlüğün ölçüsünü takvaya bağlamıştır.
Âlemlere Rahmet olarak gönderilen Peygamberimizin, insanlığın ufkunu aydınlatan evrensel mesajlarını bütün yeryüzüne ilan ettiği, Veda Hutbesinde, kadınların haklarını gözetmeyi, bu hususta Allah' (cc) tan sakınmayı, kadın ve erkeklerin birbirlerinin haklarına riayet etmeleri gerektiğini, müslümanlara bir sorumluluk ve insanlığa bir ölçü olarak, açıkça beyan buyurduğunu hiçbir zaman unutmamak gerekir.