ÜÇ YIL SONRA
İstanbul Eyüp'te bir okulda çalışmaktayım. Yalnızım hala. Zaman zaman sıladaki yakınlarımdan  uzun yanık mektuplar alıyordum. Anam çoğu seferinde;
"Oğlum son beşiğim benim, kardeşlerin ve gelinlerle sofraya oturdukla rımda hep sen geliyorsun aklıma, lokmalar boğazıma diziliyor. Mesdenem eş, ev, ocaktan yoksun. Ne yer ne içer ki diyorum. Bazı bazı ağlıyorum. Ana olmak zor be oğlum. Bilirim  yemek dahil her bir işler gelir elinden, kendini sefil et mezsin. Ama gel sen onu bu köpek ciğere anlat! Ne zaman başını bağlayıp evereceğiz? Seni terk eden nişanlın ve ailesine fazla takma kafanı. Allah kulu için daim hayırlı olanı verir. Hayatta ah alan, haksız taraf sen olma yeter ki oğul"
O gün öğretmenler Odasının bir köşesinde yine memleketten gelen mektubu okurken matematikçi İzzet Bey seslendi. 
-Huuu Murat Hoca daldın yine mal-i hülyalara, gelen bir aşk  mektubu mu yoksa? 
Pencere önündeki Melek Hanım, "sağır anlamaz yakıştırır" misali yarım yamalak duyduğuyla;
- Ne dediniz İzzet Hoca, Hülya'mıymış Murat'ın sevdiğinin adı? Yakın da düğün var desene?
Yanı başındaki  şakrak Gülseren arkadaşlarına bakarak;
-Sahi kızlar yakında bir evlenen olsa da yorgunluk atıp kurtlarımızı dök sek şöyle bir eyi.
Melek Hoca hepten gaza gelerek;
Heey milleeet evlenen yok muuu, erkeğe hatun, hanıma kocaaaa!
Yanı başımdaki Din dersleri hocası Mehmet Beyin dürtmesiyle, irkilip;  
-Vaaar!
Diye bağırmışım. Herkes bana baktı, ardından bekar hoca hanımlardan Nimet'e yöneldi nazarlar;
Müdür Asım eğildi kulağına gülerek;
-Kızım seni Murat'a vereyim mi?
Sosyete Nimet -İstemem babacığım istemem. Ben modern kadınım bohem hayat, caz, dans isterim. Murat klasik, Osmanlı  biri. 
Melek-Şaka bir tarafa, Murat arkadaşımız gerçekten aklı başında kibar kültürlü bir  beyefendi. Az ilerdeki Alibeyköy Orta okuluna yeni genç bir Hoca hanım atanmış. Çanakkaleli. O da; öğünmek gibi olmasın da, benim gibi kibar ağır başlı, ve de güzel tabii.    
Herkes Meleğin  kendine  iltifatına gülerken; Tarihçi Hatice öğretmen;
Tamam tamam yarın orada iki saat dersim var,  kızın bir nabzını yoklarım, sonrası Murat Beye kalmış. Bence bu iş olur, zira  bana malum olur. 
Giresunlu Osman Hoca-(Şakacı o laz lisanıyla) 
-Kendine o kadar kıyma be uşağum, abdala malum olur derler unutma
Kahkahalar aniden sustu ders zilinin çalmasıyla.
Müdür Asım-Tek bir dakika gecikmeden  herkes sınıflaraaa! 
Diye haykırdı.
………………………….
Öğretmenler Odasında bir gün önce bahsedilen bekar kızın, durduğum evin karşısındaki abla evinde kalmakta olduğunu öğrendim. Penceremden arada dışa rı bakıp onu göz hapsine almaya çalışsam da günlerce netice alamadım. Güzel masum hanım hanımcık akça pakça, uzun saçlı bir kızdı. Boş dersimin olduğu bir gün okuluna gittim. Teneffüste yaklaştım yanına selam verdim.
-Merhaba Hocanım, size hoş geldinize geldim. Mahalleden komşuyuz malum. Tayininiz hayırlı, işiniz kolay öğrencileriniz çalışkan ola.
-Hoş bulduk, amin. Duyduğuma göre edebiyatçıymışsınız geçen ablam bahsetti. Ben de hayli roman okudum Türk ve dünya klasiklerinden ama laf etmeyi pek beceremem
-Sizi pencerede ne zaman görsem hep kaşlarınız çatık, yüzünüz ciddi. Na zarlarımız bir türlü buluşamadı nedense!
-Ben sizin bildiğiniz kızlardan değilim. 
- Güzel cevap, benimki de aptalca bir sual işte. Hani güzel kız karşısında Şabanlaşır ya erkekler. 
Pattanak  güldü.
-İlahi güldürdünüz beni, Şabanca ha? Hah hah haa. Benim ki de şaka  Her bakan erkeğe sırıtamam ya.
-Zil çalıyor sizi meşgul etmeyeyim daha fazla. Haydi kalın sağlıcakla.
Birkaç adım attıktan sonra  geri döndüm;
-Size bir sır vereyim mi?       
Merakla yaklaştı, kısık sesle ona;
-Gülmek size çok yakışıyor akça pakça güzel kız.
Koridorda kimsecikler yoktu…
………….
Günler sonra bir okul dönüşü  buluşup yürüdük Haliç boyu.
-Ben yıllardır İstanbul'dayım, ev sahibi sayılırım. Müsaade ederseniz  gezdirir tanıtırım bu fettan şehri size. Dedim.
-Ben de ta küçüklükten beri gelirim  İstanbul'a, Beykoz'da Ayşe Tetta mız var. Ablamlar da hoş görürlerse gezeriz bazen.
-Görürler severler beni. Pardon, Tetta ne demek. Malum Türk Dili tahsil ederiz, rastlamadık hiç o kelama. Hani Osmanlıca kapsamında Arapça, Farsça' da da yok bildiğim kadarıyla.
Gülümsedi.
-Boşnak'ız biz. Babo (Baba) Osmanlı'nın Hicaz savaşında Bosna'dan İstanbul'a yaya olarak gelip orduya katılanlardan. Tetta hala demek bizde, anne mayko. Baba Babo
-Ya amca?
-Aco:
-Sizin adınız da Cahide olduğuna göre Boşnakçası Caho!
-Doğru, nasıl bildiniz?
-Ne var ki bilmeyecek, isimi kısaltıp sonuna o getiriyorsunuz. 
-Doğru.
-Demekki ben bir Boşnak kızıyla evlensem adım Muro olacak öyle mi.
-Bıravo. 
-Asıl size bravo, sizin arkadaşlığınızla Boşnakça'yı da söktüm baksanıza.  Bir lisan bir insan.
Hafta sonları, sahil, pastane sinema derken iyiden ısınıp alıştık birbirimize. O ay sonu yılbaşı dolaysıyla, üzerinde çok sevimli cıbıldak bir bebe kartpost alı da gönderince bana, cesaretlendim iyice. 4o gün sonra  da evlilik teklif ettim! Bir kaç gün sonra ağır hasta babasını  ziyarete gittik Çanakkale'ye. El öpüp kızı nı mutlu edeceğime söz verdim. Çok geçmeden vefat etti, düğünsüz nikahlanıp evlendik.  (Devam Edecek)